Metin Alkan

Metin Alkan

10 Nisan 2023 Pazartesi

RAMAZAN’DA ORUÇ VE İFTAR

RAMAZAN’DA ORUÇ VE İFTAR
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor: “Oruçlu için iki ferahlık anı vardır. Biri iftar zamanıdır. Biri de Kıyamet günü Rabbinin huzuruna çıkıp oruç sayesinde mükâfata nail olduğu anıdır.” Oruçlu Müslüman’ın iftar sofrasının başındaki huzurunu ve o anda duyduğu ilahi neşeyi kelimelerle ifade edebilmek mümkün değildir. Orucunu tamam edip iftar saatinde sofrasının başında oturup Allah’ın: “Buyur kulum, benim için oruç tuttun, şimdi sana izin veriyorum, iftarını yap, orucunu aç.” emrini bekleyen bir Müslüman’ın duyduğu zevk ve neşeyi, sevinci anlatmak oldukça zordur. O an ancak oruç ibadetini yerine getiren Müslüman tarafından hissedilir ve yaşanır. O an, müminin Allah’a en yakın olduğu ve duasının makbul olacağı andır. Çünkü o anda Allah kulu ile kendisi arasındaki bütün perdeleri kaldıracak, Hz Musa (AS)’a bile vermediği nimetini oruçlu kuluna verecektir. Kul, iftar sofrasının başında, Allah’a yalvarıp, dua ve tazarruda bulunduğu zaman kabul edilecektir. Bir de kıyamet günü, burada tuttuğu oruç sayesinde Allah’ın huzuruna çıktığı andaki sevinci olacaktır. Mümin orucuyla Rabbinin huzuruna çıkacak ve Allah’a kavuşacaktır. Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor:  “Oruç tut. Çünkü oruç misli olmayan bir ibadettir.” Bu özelliğinden dolayı oruca sarılmamız ve değerini takdir etmemiz menfaatimiz gereğidir. Ramazan her mümin için bir ganimet ve kazanç fırsatı olmalıdır. Ramazan günlerimizin ömür bahçesinden toplama bir kulluk demeti olacağını ve Allah’a yükseleceğini bilmeliyiz. Bu mübarek mevsimin baharına erdiniz, takva neşeleriyle bu gufran ve şükran mevsiminin tadını çıkarın. Organlarınızı kötülüklerden koruyun. Öfkeden şiddetle kaçının. Unutmayın ki, Ramazanın bir adı da sabır ayıdır. İyiliklere ve ibadetlere, hayırlara ve sadakalara hız verin. Oruçlarınızı Allah’ın rızasını ümit ederek tutun. İftar zamanı, ince bir vuslat demi ve ilahi mükâfat dakikalarıdır. Oruçlarınızı açarken bütün maneviyatınızı toplayın. Hayatınızda iman nuru nimetleriniz, Kur’an delil ve hüccetiniz, Oruç rahmet ve mağfiretiniz, Sahurlar feyiz ve bereketiniz, iftarlar da Allah’a kavuşma anınız olsun Şunu iyi bilmeliyiz ki oruç, kulların duyu organlarıyla değil, ancak Allah’ın sınırsız ilmiyle bilinebilen bir ibadet şeklidir. Ayrıca oruç tutan kimse Allah’a ibadet ettiğini bilir. O yüzden oruç, Allah ile kul arasında gizli kalan hususi bir ibadet şeklidir. İşte bu sebepledir ki Allah (CC): “Oruç benim için yapıla bir ibadettir. Onun mükâfatını da ben tayin edeceğim.” buyurarak orucu kendi zatına mal etmiştir. Bunun içindir ki Oruç kulu Allah’a yaklaştırır. İslam büyüklerinden biri diyor ki: “Allah’ın orucu kendine mal etmesinin sebebi şudur: Oruç, Allah’tan başka ortak kabul etmeyen bir ibadet şeklidir. Çünkü insanlık tarihi boyunca birçok kâfir güneşe ateşe ve putlara tapmıştır. Onlar için sadaka bile vermişlerdir. Fakat onlar için oruç tutmaya kalkışmamışlardır. Oruç sadece Allah için tutulmuştur. Allah’tan başkası için yapılmayan bir ibadet olunca, sırf Allah’ı hedef tutan hususi bir ibadet şekli oluyor ki, o yüzden Allah oruç için: “Oruç benim içindir, onun mükâfatını da ben tayin ve takdir edeceğim.” buyurmuştur. Allah bu sözleriyle: “Ben oruç tutan kuluma kefil olacağım. Fakat bu, kulun bunu hak etmesinden değil, benim ululuğumdandır.” demek istemektedir.” Ebu Hasen diyor ki: “Orucun mükâfatını ben tayin ve takdir edeceğim.” Cümlesinin manası; her ibadetin karşılığı cennettir. Orucun karşılığı ise kulumun cemalimi görmesi ve hiçbir aracı olmadan benimle konuşmasıdır.” Diğer ibadetlerde olduğu gibi oruçta gösteriş yoktur. Çünkü riya insanoğluna karşı yapılan bir harekettir. Oruç ise kalple ilgili bir ibadettir. Üstelik bütün ibadetler belirli bir takım hareketlerle yapılırken, oruç insanlardan gizli olarak sadece niyetle yapılır. Allah katında en sevgili ve makbul olan bir ibadettir. Yemek-içmekten uzak kalmak ve diğer şehevi istekleri yerine getirmekten sakınmak gibi hususiyetler, Rabbimizin sıfatlarındandır. Oruç tutan bir Müslüman ise oruç ibadetiyle Allah’a yaklaşırken O’nun seçkin sıfatıyla bezenmiş olur. Nitekim Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurur: “Allah’ın ve Rasülullah’ın ahlakını kendinize ahlak edininiz.” Bütün ibadetlerin sevaplarından başkalarına yapılan zulüm ve haksızlıklar karşılığında sevaplar verilir. Fakat oruçta böyle değildir. Oruç tutan kimsenin sevabı sadece kendine aittir. Başkasına verilmez. O halde hem oruç tutalım, nefsimizi terbiye edelim, ahlakımızı güzelleştirelim. Hem de çocuklarımıza oruç tutturalım, onları küçük yaştan itibaren oruca ve ibadete alıştıralım. Onları da güzel ahlak sahibi Müslüman evladı olarak yetiştirelim. Allah CC selamı bereketi Rahmeti üzerinize olsun.

Devamını Oku

SADAKA-İ FITIR

SADAKA-İ FITIR
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla

Fıtır sadakası nedir?

Fıtr sözlükte “Orucu açmak”, fitre de “Yaratılış” anlamına gelir. Buna “Fıtır sadakası” denir ki, fıtrat sadakası, yani sevap için verilen yaratılış atıyyesi demektir. Şöyle tanımlanır:  Halk arasında fitre diye bilinen fıtır sadakası (sadaka-i fıtır); insan olarak yaratılmanın ve Ramazan orucunu tutup bayrama ulaşmanın bir şükrü olarak; dinen zengin olup Ramazan ayının sonuna yetişen müslümanın, belirli kimselere vermesi vacip olan bir sadakadır.[1] Vacip oluşu, sünnetle sabittir .[2]  “Fitre sadakasının vacib olması, zekatın farz kılınmasından öncedir. Orucun farz kılındığı yıla rastlar. Bu bir yardımlaşmadır, orucun kabulüne ve can çekişme ile kabir azabından kurtuluşa bir yoldur. Yoksulların ihtiyaçlarını gidermeye, bayram gününün sevincine katılmalarına bir yardımdır. Bu yönü ile fitre sadakası, insanlık için bir hayır ve bir görevdir. ” [3]        

  Ne zaman  verilir?

 “Fitre sadakası, Ramazan Bayramının birinci günü fecrin doğuşundan itibaren vacib olursa da, bundan önce ve bundan daha sonra da verilebilir. Önceden verilmesiyle fakirler bayramlık ihtiyaçlarını gidermiş olurlar.  (Üç İmama göre, fitre sadakası Ramazanın son akşamında güneşin batmasından itibaren vacib olur. Bayramdan sonraya bırakılması ile bu sadaka düşmez, kaza edilmesi gerekir.) “[4]

 Kimler fıtır sadakası vermekle yükümlüdür?

Fitre sadakası, nisab mikdarı bir mala sahib olan her hür müslüman için vacibdir, ister çocuk olsun, ister mecnun olsun…Bunların velileri, bunların mallarından bu sadakayı vermezlerse, kendileri baliğ olduktan veya iyileştikten sonra bu sadakayı ödemekle yükümlü bulunurlar. Bu mesele, İmamı Azam ile İmam Ebû Yusuf’a göredir, İmam Muhammed ile İmam Züfer’e göre, bunlara fitre sadakası vacib olmaz. Bu gibilerin babaları veya vasileri bu sadakayı onların mallarından verirlerse, onu ödemek zorunda olurlar. Bu sadakayı onlar adına vermek, babalar üzerine vacib olur. Fitrelerini babalar kendi mallarından verirler. Bu nisabdan maksat, iki yüz dirhem gümüş veya yirmi miskal[5] altın veya bunların kıymetine denk bir maldır. Bu mal, temel ihtiyaçlardan (borçtan, oturulan evden, ev eşyasından, bineceği at ve kuşanacağı silahtan, ailesinin bir aylık veya bir yıllık geçiminden) fazla bulunmalıdır. Bu fazla malların para veya ticaret malı olması şart değildir. Bu fazla olan mal üzerinden bir yıl geçmesi de aranmaz. İşte bu miktar bir mala sahib olan her müslüman için zekat almak veya vacib olan sadakaları kabul etmek haramdır. Üzerlerine kurban kesmek de vacibdir.   (Üç îmama’a göre, Bayram günü ile bayram gecesine mahsus olmak üzere,  kendisi ile aile halkının yiyeceklerinden ve temel ihtiyaçlarından fazla fitre mikdarı bir mala sahib olan bir müslüman için fitre sadakası vacib olur.)[6]

Fıtır sadakası kimlere verilebilir, kimlere verilemez?

 Fitre, verileceği yerler bakımından her durumda zekâtın benzeridir. Ayet-i kerimede şöyle açıklanmıştır. “Sadakalar (zekatlar), Allah’tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayan memurlar, kalpleri İslam’a ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturulacak) köleler, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış yolcular içindir. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe Suresi 60)

 Fıtır sadakası

Ayette de belirtildiği üzere yoksul müslümanlara verilir. kişinin bakmakla yükümlü olmadığı kişilere Fıtır sadakası verilmez. Fıtır sadakası ve oruç fidyesini vermek durumunda olan kimsenin bunlardan doğrudan ya da dolaylı olarak yararlanmaması esastır. Zekât için de aynı kural geçerlidir. Bu sebeple bir kimse zekâtını, fıtır sadakasını ve fidyesini kendi usûl ve fürûuna veremez. (Usûl, bir kimsenin anası, babası, dede ve nineleri; fürûu ise; çocukları, torunları ve onların çocuklarıdır.) Ayrıca eşler de birbirlerine zekât, fitre ve fidye veremez.

    Hanefilere göre aşağıda sayılanlara fitre verilmez:


   a) Ana, baba, büyük ana ve büyük babalara,
   b) Oğul, oğlun çocukları, kız, kızın çocukları ve bunlardan doğan çocuklara,
   c) Eşine,
   d) Zengine yani aslî ihtiyaçları dışında nisap miktarı mala sahip olan kişiye,
   e) Babası zengin olan ergen olmamış çocuğa[7]


Şâfiîlere ve Ebu Yusuf’a göre fitre, Müslüman olmayana da verilemez.[8] Bunların dışındaki kardeş, teyze, dayı, amca, hala ve onların çocukları, gelin, damat, kayınpeder ve kayınvalide gibi akrabalar zengin değillerse kendilerine zekât, fitre ve fidye verilebilir.[9] “Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! Fakat onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına da keffaret olur. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Bakara Suresi 271)              

Fıtır sadakası (fitre ) ile ilgili hadisler

  Abdullah İbn Ömer’den şöyle dediği nakledilmiştir:  “Hz. Peygamber fitrenin, insanlar Bayram Namazı’na çıkmadan önce verilmesini emretmiştir”  (Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, IV, 183.) Abdullah İbn Ömer’den şöyle dediği nakledilmiştir:  “Hz. Peygamber fıtır sadakasını 1 sâ’ (ölçek) hurma ve 1 sâ’ arpa olmak üzere köle, erkek, kadın, küçük ve büyüklere farz kılmış ve insanlar (bayram) namazına çıkmadan önce verilmesini emretmiştir.” (Buhârî, Zekât, 76; Müslim, Zekât, 12 .)

 Ebû Said el-Hudrî (r.a)’den rivayet edilen bir hadiste fitre verilebilecek maddeler ve miktarları şöyle belirlenir: “Biz Peygamber devrinde fitreyi, yiyecek maddelerinden 1 sâ’ olarak verirdik. O zaman bizim yiyeceğimiz arpa, kuru üzüm, hurma ve keş (yağı alınmış peynir) idi.” (Buhârî, Zekât, 74; A. İbn Hanbel, III, 73, 98.)

İbn Abbas (r. anhümâ)’nın naklettiği bir hadiste şöyle buyurulur:  “Rasûlullah (s.a.s) oruçluları gereksiz ve çirkin sözlerden arındırmak ve yoksullara yiyecek sağlamak için fitreyi farz kılmıştır. Fitreyi kim namazdan önce öderse, bu makbul bir zekât, kim de namazdan sonra öderse, herhangi bir sadaka olur.”
(Buhârî, Zekât, 70, 71, 77; Müslim, Zekât, 12 , 13, 16)

Abdullah b. Sa’lebe (r.a) şöyle nakletmiştir:  “Rasûlullah (s.a.s) Ramazan Bayramı’ndan bir veya iki gün önce bir konuşma yaparak şöyle buyurdu: “Buğdaydan, arpadan veya hurmadan 1 sâ’ını hür veya köle, küçük veya büyükler için sadaka olarak veriniz.” (A. İbn Hanbel, V, 432.)

   İbn Abbas’ın rivayet ettiği hadis şöyledir:   “Fitre sadakası buğdaydan iki müd’dür.” (Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, IV, 183.) Allah CC selamı bereketi Rahmeti üzerinize olsun.

        DİPNOTLAR:

[1] (Nevevî, el-Mecmû’, VI, 103-105).

[2] (Buhârî, Zekât, 70-78; Müslim, Zekât, 12-16; Ebû Dâvûd, Zekât, 18; İbn Mâce, Zekât, 21).

[3] Büyük İslam İlmihali,Ömer Nasuh Bilmen,110

[4] Büyük İslam İlmihali,Ömer Nasuh Bilmen,111

[5] Miskal:Sözlükte “ağır olmak” mânasındaki sikal kökünden türeyen miskāl kelimesi “ağırlık” demektir. Terim olarak altın, gümüş, ilâç ve gülyağı gibi değerli şeylerin tartılmasında kullanılan bir ağırlık ölçüsü birimini ifade eder.

[6] Büyük İslam İlmihali,Ömer Nasuh Bilmen,112

[7](Merğinânî, el-Hidâye, II, 223-228).

[8] (Mâverdî, el-Hâvî, III, 387; X, 519; Merğinânî, el-Hidâye, II, 223).

[9] (Zeylaî, Tebyîn, I, 301).

Devamını Oku

RAMAZAN AYINDA SAHURA KALKMANIN ÖNEMİ, FAZİLETİ ADABI

RAMAZAN AYINDA SAHURA KALKMANIN ÖNEMİ, FAZİLETİ ADABI
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla ‘Seher’ kelimesi istisnasız hepimiz için pek çok şey ifade eder. Kimimiz için şiirlerde geçen ve özlenen bir vakit, kimimiz için çalışma vakti, kimimiz içinse ‘ders’ saatidir. Sahur vakti Ramazân-ı Şerîfte bambaşka bir mânâ kazanır; nimet için şükür, sünnete ittibâ ve oruç için kuvvet vesilesi olarak. Lügatte seher kelimesiyle aynı kökten gelen ve ‘sabah olmadan önceki vakit, gecenin son üçte biri’ şeklinde anlamlarla kayıtlı bulunan ve aslı ‘sahûr’ olan kelime fıkıhta, gecenin sonunda kalkarak Allah Te‘âlâ’nın bahşettiği rahmetten istifâde, Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in sünnetine ittibâ ve oruç için güç kazanma niyetiyle yemek yeme anlamına gelmektedir. Sahur Rahmettir Oruç ibâdeti, bilindiği üzere önceki ümmetlere de farz kılınmış bir ibâdettir. Bununla beraber onların orucuyla ümmet-i muhammedin orucu arasında birtakım farklar olduğu belirtilmektedir. Amr İbnü’lAs (Radıyallâhu Anh) anlatıyor: “Rasûlullâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: “Bizim orucumuzla ehl-i Kitâb’ın orucunu ayıran fark sahur yemeğidir.” [1] Kaynaklarda nakledildiğine göre oruç ibâdeti, farz kılındığı ilk yıllarda ümmet-i muhammed için de geceden itibaren başlamaktaydı fakat oruç başlangıcı daha sonra tan yerinin ağarmasına kadar ertelenerek bizlere kolay kılındı.

Orucun ümmet-i Muhammed için kolaylaştırıldığını îlân ve iftar vaktiyle sahur vaktini beyân sadedinde Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulmaktadır: “Oruç gecesi kadınlarınızla birleşmek size helâl kılınmıştır. (Çünkü) onlar sizin için bir örtüdür, siz de onlar için bir örtüsünüz. Allâh sizin, gerçekten nefislerinize çokça hâinlik yapmakta bulunmuş olduğunuzu bilmiş de, hemen tevbenizi kabul etmiş ve sizden affetmiştir. Artık şimdi (size helâl edildiğine göre,) onlarla birleşin ve (gayeniz sadece şehvetinizi tatmin olmasın da,) Allâh’ın sizin için yazmış olduğu şeyi arayın! (Böylece çocuk beklentisine girin ve nikâhın meşrûiyet gayelerinden biri olan çoğalmayı sürdürün.) (İmsak vakti girdiğinde, gün başlangıcını ifâde eden) sabahın beyaz ipliği (geceyi temsil eden) siyah iplikten sizin için iyice belirinceye kadar yiyin için! Sonra orucu geceye kadar tamamlayın! (Ancak) siz (oruç geceleri) mescitlerde itikâf edici kimselerken onlarla birleşmeyin. İşte bu (hükümler), Allâh’ın hudududur! Artık onlara yaklaşmayın! İşte Allâh âyetlerini insanlara böylece apaçık bir şekilde beyan ediyor, tâ ki onlar iyice sakınabilsinler.” [2] İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivayete göre; İslâm’ın başlangıcında Müslümanlar oruç tutacakları zaman ancak yatsı namazını kılıncaya veya uyuyuncaya kadar yiyip içebilir ve eşleriyle cinsî münasebette bulunabilirlerdi. Orucunu açmadan yatsıyı kılan veya uyuyakalan kişiye ise, bir dahaki geceye kadar yemek içmek ve hanımına yanaşmak haramdı.Sahabe-i kirâm (Rıdvânullâhi Te‘âlâ Aleyhim Ecma‘în)den bazıları yatsıyı kıldıktan sonra eşlerinin yanına gittiklerinde, onların sürdükleri güzel kokulardan etkilenerek dayanamayıp cima ettiler. Sonra pişman olarak Rasûlûllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e geldiklerinde bu âyet-i kerîme inerek, tevbelerinin kabul edildiğini ve o günden sonra gece boyu ailelerinden istifâdenin kendilerine helâl edildiğini beyan etti. [3] Sahur Bir Şükür Vesilesi ve Oruç İçin Kolaylıktır Orucun, ehl-i kitâb’ın mükellef tutulduğu ve ümmet-i muhammed için farz kılındığı ilk dönemdeki hükümlerine göre kolaylaştırılmış olması, bir şükür vesilesidir. Sahura kalkmak, oruç tutmak için güç kazanmak olduğu gibi, bu yönüyle bir şükrün de edâsı niteliğindedir.İbnü Abbas (Radıyallâhu Anhumâ) Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in şöyle buyurduğunu haber vermiştir: “Gündüz orucuna sahur yemeği ile yardımcı olun, kaylüle (öğle uykusu) ile de gece namazına yardımcı olun!” [4] Sahurun Fazîletleri Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) sahura kalkıp yemek yemenin üzerinde çok durmuş, Ashâb-ı Kirâm (Rıdvânullâhi Te‘âlâ Aleyhim Ecma‘în) de bu konuda hassasiyet göstermişlerdir. Enes İbnü Mâlik (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem): “Sahur yemeği yiyin, zira sahurda bereket vardır.” buyurmuştur. Ebû Sa‘îd el-Hudrî (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)sahur yemeğinin önemini şöyle beyân etmiştir: “Sahur yemek, tümüyle hayır ve berekettir, sakın onu bırakmayın, velev ki sizin biriniz bir yudum içsin. Zira şüphesiz Allah Te‘âlâ ve melekleri sahur yiyenlere salât buyurur (feyiz ve nûr yağdırır)lar.” [6] Sahurda Çok Yemek Sünnette asıl olan az yemek ise de, sahurda sağlığa ciddî şekilde zarar vermeyecek bir raddeye kadar yiyenin kınanmayacağı bazı hadîs-i şerîflerde ifade ediliyor. Gerek bu durum, gerekse de ‘velev ki sizin biriniz bir yudum içsin’ vurgusu, sahurun ehemmiyetini gösteren açık beyânlardır. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhumâ)nın rivâyet etmiş olduğu bir hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “ (Kazançları ve yedikleri) helâl olması durumunda üç kişiye yediklerinden dolayı bir hesap yoktur. (Bunlar da: ) Oruçlu, sahur yapan ve Allah Te‘âlâ’nın yolunda nöbet tutan!” [7] Aynı konuyla ilgili Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte ise Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Üç kişi, nimetten sorguya çekilmezler. Yedirip içiren, iftar eden ve sahur yapan, bir de misafir ağırlayan. Üç kişi de kötü huylarından dolayı kınanmazlar. Hasta, iftar edinceye kadar oruçlu bir de adaletli yönetici.” [8] Sahurda Hurma Yemek Hurmanın faydaları hakkında pek çok hadîs-i şerîf vârid olmuştur.

Devamını Oku

RAMAZAN ORUCUNDA KAZA KEFARET

RAMAZAN ORUCUNDA KAZA KEFARET
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla

KAZA: Bozulan orucun yerine gününe gün oruç tutmaktır.
KEFFARET Ramazanda bile bile bozulan bir gün orucun yerine iki kameri ay veya altmış gün peş peşe oruç tutmak demektir. Ayrıca bozulan orucun da kaza edilmesi gerekir. Keffaret, sadece Ramazan ayında tutulan orucun bile bile bozulmasının cezasıdır. Diğer oruçların bozulması halinde yalnız kaza, yani gününe gün oruç tutmak yeterli olur.

Ramazan orucu öbür aylarda kaza edilirken bilerek bozulsa yine kaza lâzım gelir, keffaret icap etmez.
Keffaret orucu, ara verilmeden peş peşe tutulacağı için Ramazan ayına ve oruç tutulması haram olan günlere rastlamaması lâzımdır.

Keffaret orucuna kameri aylardan birinin ilk gününde başlanırsa iki ay ara vermeden oruç tutulur. Bu aylardan ikisi de yirmi dokuz gün çekse bile iki tam ay oruç tutulduğu için kefaret tamamlanmış olur. Ayın ilk günü değil de diğer günlerde başlanırsa hiç ara vermeden 60 gün oruç tutularak kefaret tamamlanır. Herhangi bir sebeple kefaret orucuna ara verilir veya eksik tutulursa yeniden başlayıp altmış günü kesintisiz tamamlamak lâzımdır. Kadınlar kefaret orucu tutarken araya giren ay hali günlerini tutmazlar, ay hali yani âdet halleri bitince ara vermeden temiz günlerinde oruca devam ederek 60 günü tamamlarlar. Kadın, âdet hali bittiği halde temiz olan günlerinde, oruç tutmayarak keffaret orucuna ara verirse, kefarete yeniden başlaması gerekir. Birkaç defa kefareti gerektirecek şekilde orucunu bozan kimseye bunların hepsi için bir kefaret orucu yeterli olur. Ancak keffareti yerine getirdikten sonra yine kasten orucunu bozarsa bundan dolayı da ayrıca kefaret icap eder. Yaşlı veya hasta olup kefaret orucu tutmaya gücü yetmeyen kimse kefaret olarak altmış fakiri sabah ve akşam yedirip doyurur. Veya yemek parasını fakirin eline verir. Her günlük yiyecek bir fitre miktarıdır. Fitre miktarı bu parayı ayrı ayrı altmış fakire verebileceği gibi, her gün bir fitre miktarı olmak üzere altmış günde bir fakire de verebilir. Altmış günlük yiyeceği veya fitre miktarı olan değerini bir günde bir fakire verirse sadece bir günlük yerine geçer.

ORUCU BOZAN ŞEYLER

Oruca aykırı olan bir şeyin yapılması halinde oruç bozulur. Orucu bozan bazı şeyler hem kaza, hem de keffareti gerektirir. Orucu bozan bazı şeylerden dolayı da sadece kaza gerekir.

ORUCU BOZUP KAZA VE KEFFARETİ GEREKTİREN ŞEYLER

1-) Oruçlu olduğunu bilerek yemek ve içmek (yenilip içilen şey ister gıda, ister ilâç olsun).
2-) Oruçlu olduğunu bile bile cinsel ilişkide bulunmak.


Karı-kocadan biri ötekine zorla cinsel ilişkide bulunduğu takdirde zorla ilişkide bulunana kaza ve keffaret, kendisine zorla ilişkide bulunulan kişiye de kaza lâzım gelir.
3-) Ağzına giren yağmur, kar ve doluyu kendi isteğiyle yutmak.
4-) Sigara içmek, öd ağacı veya amber ile tütsülenip dumanını içeri çekmek.
5-) Enfiye çekmek.
6-) Buğday ve arpa tanesi yutmak.
7-) Dışarıdan bir susam tanesi kadar bir şeyi alıp yutmak.
8-)Yenmesi alışılmış olan çamur, kil ve kömür gibi şeyleri yemek. (Bazı kimseler bunları severek yerler.)
9-) Az miktarda tuz yemek.
10-) Karısının veya sevdiği bir kimsenin tükürüğünü yutmak. (Bundan zevk aldığı için kaza ve kefaret gerekir. Başkasının tükürüğünden iğrendiği için bundan kefaret gerekmez.)
11-) Kan aldırdıktan veya sadece karısını öptükten sonra orucu bozulduğu kanaatiyle bile bile orucunu bozmak.



Ramazan ayında niyet ederek oruca başlayan kimse, saydığımız şeylerden birini bilerek ve özürsüz olarak yaparsa orucu bozulmuş olur. Bozulan bu orucu kaza etmesi ve kasten bozduğu için de keffaret tutması gerekir.

KEFARETİ DÜŞÜREN ŞEYLER

Keffareti gerektiren bir şeyi yaparak orucunu bozan kimse, aynı gün oruç tutamayacak derecede hastalanır veya kadın ay hali yahut da lohusa olursa keffaret düşer, yani keffaret orucu tutması gerekmez. Ancak hastalığın kendi isteği dışında olması şarttır. Kendisi kasten hastalığa sebep olursa keffaret düşmediği gibi sefer mesafesinde bir yolculuğa çıkması ile de düşmez. Devam Edecek…


Devamını Oku

RAMAZAN ORUCUNUN SAHUR VE İFTARI, FAZİLETİ

RAMAZAN ORUCUNUN SAHUR VE İFTARI, FAZİLETİ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla Sahurda kalkıp yemek müstehaptır. Peygamberimiz (SAV): “Sahurda yemek yiyiniz, çünkü sahur da bereket vardır.” buyurmuştur. Sahur yemeği, oruca dayanma gücü verir. Duaların kabul edildiği vakitlerden biri de sahur zamanıdır. Oruçlu sahura kalktığı zaman, dilekleri için dua etmeli ve Allah’tan günahlarının bağışlanmasını istemelidir.

Oruçlulara iftar yemeği vermek hayırlı bir davranış olduğu gibi bu sofralarda misafir ağırlamak unutulmaması gereken geleneklerimizdendir de. Peygamberimiz (SAV) buyuruyor ki:

 “Bir oruçluya iftar veren kimseye, o oruçlunun sevabı kadar sevap verilir. Ancak o oruçlunun sevabından da bir şey eksilmez.”
     Oruç ibadetini tamamlayıp iftar vaktine yetişen kimse, bundan büyük bir mutluluk ve sevinç duyar. O, tuttuğu orucun mükâfatını almak üzere, kıyamet gününde Allah’ın huzuruna vardığı zaman en büyük sevinci tadacaktır.
     Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor: “Oruçlunun iki sevinci vardır: Biri iftar ettiği vakit, diğeri de Allah’a kavuştuğu zamandır.”
     İftar vakti yapılan dualar kabul edilir. Peygamberimiz (SAV) bu konuda şöyle buyurmuştur: “Üç kimsenin duası geri çevrilmez, kabul edilir:
  1-) Oruçlunun iftar vaktindeki duası,
  2-) Adaletli hükümdarın duası,
  3-) Mazlumun duası.”

 ORUCU, RAMAZANDAN SONRAYA ERTELEMEYİ MÜBAH KILAN ÖZÜRLER

 Özürsüz olarak Ramazan ayında oruç tutmamak günahtır. Ancak bir kimse aşağıdaki durumlarda Ramazan orucunu sonradan kaza etmek şartıyla tutmayabilir veya başlamış olduğu orucu bozabilir. Ancak sonradan ilk fırsatta tutamadığı günler sayısınca oruçları kaza etmesi gerekir.

Bir kimsenin Ramazan orucunu sonraya bırakabilmesi için geçerli sayılan özürler şunlardır:

  1-) HASTALIK:

Bir hasta oruç tuttuğu takdirde hastalığının artmasından veya uzamasından korkarsa oruç tutmayabilir. Hastalığı iyileşince tutamadığı oruçları kaza eder. Hastaya bakan kimse de böyledir. Ramazan ayında düşmanla savaşan asker, oruç tuttuğu takdirde zayıf düşeceğinden endişe ederse misafir durumunda olmasa bile oruç tutmayabilir.  Savaşa katılacağı kesinlikle veya kuvvetli bir ihtimalle biliniyorsa henüz savaşa girmeden önce de zayıf düşme endişesiyle yine oruç tutmayabilir. Tutamadığı oruçları daha sonra kaza eder.

  2-) YOLCULUK:

 Ramazan ayında en az 90 km. mesafeye yolculuğa çıkan kimse oruç tutmayabilir. Hamza el-Eslemî adındaki sahabe peygamberimize yolculukta oruç tutup tutmayacağını sorunca Peygamberimiz (SAV) ona: “İster tut, ister tutma” diye cevap vermişti. Bu hüküm, dinen yolcu (misafir) sayılan kimseler içindir. İkamet ettiği yerden en az 90 km. veya daha fazla mesafeye yolculuk yapan ve gittiği yerde 15 günden az bir süre kalmaya niyet eden kimse dinen misafirdir. Eğer gittiği yerde 15 günden fazla kalmaya karar vermişse, o yere vardığı andan itibaren misafir olmaktan çıkar. Buna göre, Ramazan ayında bulunduğu yerden en az 90 km. uzaklıkta bir yere yolculuk yapan kimse yolculuk süresince oruç tutmayabilir. Gittiği yerde 15 günden az kalacaksa hüküm yine aynıdır. Eğer gittiği yerde 15 gün kalacaksa yolculuğu bitince vardığı yerde orucunu tutması gerekir. Yolculuk hali bitince tutmadığı günleri kaza eder. Oruç tutmasında bir güçlük yoksa yolcunun oruç tutması daha hayırlıdır.

  3-) ZOR GÖRMEK:

 Orucu bozmak için ölümle veya vücuduna bir zarar verilmekle tehdit edilen kimse orucunu bozabilir. Bozduğu orucu sonra tutar.

 4-) HAMİLE VE EMZİKLİ OLMAK:

 Gebe veya emzikli olan bir kadın, oruç tuttuğu takdirde kendisine veya çocuğuna bir zarar geleceğinden korkarsa oruç tutmayabilir. Gebelik ve emziklilik hali sona erince tutamadığı günleri kaza eder.

   5-) ŞİDDETLİ AÇLIK VE SUSUZLUK:

Oruçlu bir kimse açlık veya susuzluk sebebiyle aklının bozulmasından veya vücuduna ciddî bir zarar geleceğinden korkarsa, orucunu bozabilir. Sonra uygun bir zamanda tutamadığı oruçları kaza eder.

 6-) YAŞLILIK VE DÜŞKÜNLÜK:

 Vücudu günden güne düşen ve oruca dayanamayan iyice ihtiyarlamış olan kimseler oruç tutmayabilir. Bunlar sonradan da orucu kaza edemeyecekleri için tutamadıkları her günün orucunun yerine fidye verirler. İyileşme ümidi olmayan hastalar da böyledir.

Bu özür sahiplerinden herhangi biri, özrü devam ederken ölürse tutamadıkları oruçlar için fidye verilmesini vasiyet etmesi gerekmez. Özrü ortadan kalkıp tutamadığı oruçlarını kaza edecek kadar bir zamana yetişir de oruçları daha kaza etmeden ölürse bu oruçlar için malının üçte birinden fidye verilmesini vasiyet etmesi lâzımdır. (Ölenin varisi yoksa malının tamamından vasiyet eder.)  Eğer vasiyet etmezse, varislerinin teberru olarak ölenin fidyesini vermesi caizdir.

 FİDYE

Oruç tutmaya gücü yetmeyen düşkün ve yaşlı kimseler ile iyileşme ümidi olmayan hastalar, Ramazan ayının her günü için birer fidye verirler. Fidyenin tutarı aynen fitre kadardır. Bu fidyeler Ramazanın başlangıcında verilebileceği gibi, Ramazanın içinde veya sonunda da verilebilir.  İsterlerse fidyenin hepsini bir fakire topluca verir, ayrı ayrı fakirlere de verebilir. Bu durumda olan kimseler, fidye vermeye gücü yetmiyorsa Allah’tan bağışlanmalarını isterler. Oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlılar ile iyileşme ümidi olmayan hastalar eğer ileride tutabilecek duruma gelirlerse tutamadıkları oruçları kaza etmeleri gerekir. Önceden verdikleri fidyelerin hükmü kalmaz, bunlar nafile bağış sayılır. Allah CC selamı bereketi Rahmeti üzerinize olsun.  

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.