Aysun Güven

Aysun Güven

13 Ekim 2023 Cuma

GÖKKUŞAĞI

GÖKKUŞAĞI
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Herkes gökkuşağını gösteriyordu yanındakine;

-Hey baksana bak gökkuşağı rengârenk bak bak

-Anne gördün mü?

-Tatlım gökyüzüne bakar mısın?

O sabah öyle güzel bir güneş vardı ki. Göz kamaştırıcı, kıpır kıpır eden yürekleri. Yudum yudum içesin gelir bütün sabahı. Güzel bir kahvaltı edilecekti birazdan. Biraz peynir, biraz zeytin, salkımı üstünde domates, kokusu mahallenin öbür ucundan alınan salatalık. Demlendi mi çay kokar buram buram dayanamazsın. Evet, şimdi hazır, bahçede yapılacak güzel kahvaltı. Küçük belikli, yanakları çilli küçük cimcime elinde nar gibi kızarmış ekmeklerle göründü. Minik paşa on aylıktı daha. Hep kardeşi olsun istemişlerdi Naz’ın. Güle oynaya yapılan kahvaltının ardından işe koyulma vakti gelmişti. İş yolunda karşılaştığı Ahmet ile Süleyman her zaman ki gibi köşeden çıkıvermişlerdi karşısına. Yol onlarla geçtiği zaman nasıl geçerdi hiç anlamazdı. Yaşadığı sıkıntı evden işe varma yolunda sıfırlanır, ama işe başlama anında tavan yapardı yeniden. Ahmet karısıyla kavga etmiş. Ama sonunda karısının istediği buzdolabı önümüzdeki ay alınmak üzere kavga sonlandırılmıştı. Süleyman ise kayınbiraderine kızmış. Bunun üzerine karısı gelince senin ailen benim ailem kavgası gece ancak iki gibi bitmişti. Onların bunları anlatışları ise inanılmaz gırgır ve şamata idi. Neredeyse yarım saattir yürümekte idiler. Gürültüler, işyerine geldiklerini gösteriyordu. Nedense sanki buralarda güneş bile bir soluktu sanki. Rüzgar daha bir korkak esiyor, çiçek varsa bile kokmaya çekiniyordu. Biraz sonra on kişilik asansörlerle, yerin metrelerce altına inip ekmek paralarını kazanacaklardı. Yıllar önce babası, dedesi gibi. O zamanlar kendinin bu işi yapmayacağını hep düşünmüş, ama alnına yazılı bir kader gibi bundan bir türlü kaçamamıştı. Esnaflık bütün birikmişlerini götürmüş, biraz da mecbur kalmıştı evini geçindirebilmek için. Babasını ve dayısını bir grizu patlamasında kaybettiğinden beri kimseye hissettirmediği bir korkuyla metrelerce aşağı iner. Bir süre kalp atışlarından sonra normale dönerdi. Bunu hiçbir doktora söylememekte, aksi takdirde işinden olacağını düşünmekte idi. Amacı bir ev parası biriktirdikten sonra birinin yanında maaşlı olarak çalışmaktı.

Asansörde çıt bile çıkmıyordu. Yıllanmış asansörün kendi sesi zaten o kadar iğrençti ki her seferinde konuşmuş olmayı dilerlerdi. Ama bu ayin bozulursa sanki uğursuz bir şeyler olacakmış gibi kimsenin her seferinde hiç sesi çıkmazdı. Aşağı vardıklarında hemen işe koyulmazlardı.

Önce biraz aşağıya psikolojik olarak alışmanın verdiği zamanı kullanırlar. Bunu yaparken kimse

birbirine bakmaz, çıplaklarmış gibi hareket ederler, bu alışma devresi bir tür kıyafet giyim seremonisine döner, herkes giyinince işe koyulunurdu. O gün yeni bir damar üzerinde çalışmaya başlayacaklardı. Bu yüzden biraz daha zordu işleri. Koyuldular kan ter içinde çalışmaya. Sıcak buralarda anlamını yitiriyordu. Burası cehennemden bir köşe idi sanki. Alev alev her yer yanıyor, ama alevler saklanıyordu. Yüzlerindeki lav hissi onları esmerleştiriyor tenleri karaya çalıyordu. Bir darbe bir darbe daha kazmalar çalışıyor. Aklına kızını ve oğlunu getirdi. Onları düşündüğü zaman, zaman daha çabuk geçiyor, çalıştığını anlamıyordu bile. Tam da geçen gün oynadıkları saklambaç aklına gelmişti ki büyük bir gürültü koptu. Kulaklarını sağır edercesine çıkan gürültü ardından gelen toz bulutu yüzünden göz gözü görmüyordu. Herkes bağrışıyordu. Bir grizu patlaması olduğunu ve diri diri metrelerce yerin altına gömüldüklerini anlamakta gecikmediler.

Nefes almak bile bir süre sonra imkansız hale gelecekti biliyorlardı. Defalarca tekrarlanmış bir filmi seyretmek gibiydi. Bu sefer filmin figüranı değil baş artistleri idiler. Bu senaryo kafalarında defalarca canlanmış, böyle bir durumda kaldıklarında daha acısız ölmek için türlü türlü seçenekler türetmişlerdi. Birden üç arkadaşın da aklına geçen sabah gördükleri gökkuşağı gelmişti. Rengarenk, hem de iki tane.

-Hey baksana gökkuşağı çıkmış. Ne kadar güzel ne kadar renkli hayat gibi, nefes almak gibi.  Ölen madencilerin anısını paylaşmak için, yıllar önce yazdığım bir öykü sonu hiç

Değişmeyen…

İnsan olmanın en kötü yanı, tecrübelerimizin çoğunu yaşayarak öğrenmesini alışkanlık haline getirmiş olmamız, en ağır bedeli ödeyerek öğrendiğimiz çoğu şeyi, bizden sonraki nesillere aktaramayacak oluşumuz. Çünkü gençler, bizlerin zamanında uygulamadıkları hayatın, kendilerinden uygulanmasını istememize isyan ediyor. Doğru bir yol ise, yıllardır niye bu yoldan gidilmediğini sorguluyorlar. Ve çoğu bu işin içinden çıkamıyor. Yine deneme-sınama yolu ile öğrenmeye karar veriyorlar. Karanlıkta kalmadan aydınlığın değerini bilenlere…

Devamını Oku

EBEVEYN YALANLARI

EBEVEYN YALANLARI
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Tabakta yemeğini bırakırsan, arkandan koştura koştura gelir, hatta bazen ağlar.

Hala ayaklı pilav figürünü hafızasından silemeyen yetişkinler var mıdır bilinmez!

Biz senin iyiliğini düşünüyoruz. Bu, çok bilinmeyenli bir denklem.

Dönüşte alalım o oyuncağı. Ya da satışa çıkmamış.

Sinema salonu tamirattaymış…

Senin istediğin bebek bitmiş…

Kardeş için evimiz çok kalabalık…

Evlenip giden kediler, annesini aramaya giden yavru köpekler,

Seyahate çıkan kırmızı balıklar…

Sık sık elektrikleri kesen ve erken yatmak zorunda bırakan belediye başkanları…

Başının arkasında gözü olan anneler…

Odada kulağını unutup her şeyi duyan büyükanne…

Diş perisinin dişlerinizi kapıp götürdüğü onun yerine size hediyeler getirdiği.

Atom karıncanın bol bol yemek yiyerek güçlendiği.

O yürüyen bebeğin her sefer Almanya’dan geliyor olması.

Okuyunca büyük adam olunur.

Siz yalan söylediğinizde meleklerin doğruyu annenize fısıldamaları.

Süt akşamları sarı gözükür oğlum.

Ekmeğini eline al da, yapma demiyorum hobi olarak yine yaparsın.

Bunlara eklemek istediğiniz yalan var mı?

Hangisine kaç yaşına kadar inandınız?

Ve hangi seçtiklerinizi şimdi çocuklarınıza söylüyorsunuz?

Bugünün çocukları, şu an içinde bulunduğunuz yalanlar hangileri inanmayı tercih ettiğiniz?

Devamını Oku

KÖRDÜĞÜM

KÖRDÜĞÜM
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bu ne ya!!!

Yavaş yavaş!!!!

Yahu bu kadar da olmaz!!

Sesinizi özelikle yüksek çıkararak fikirlerinizin doğrulunu ispatlamak ya da onları empoze etmek istediğinizi biliyoruz.

Etrafımızda herkesten çok bilen tipleri sıkça görmeye başladık.

Sosyalleşmeyi insanları azarlamak olarak gören tipler bunlar.

Güya işini layığıyla yapamadığını vurgularken karşıdakini rencide eden tipler.

Çünkü ne konuşmayı biliyoruz ne de dinlemeyi.

Zaten uzun bir süredir dinlemenin ne demek olduğunu unuttuğumuz aşikâr.

Derinlemesine isteyerek yaptığımız işler sırasıyla;

Dedikodu; Aslında kendinizin de beş dakika sonra dedikodunuzun yapılacağını garantilemenizden başka bir işe yaramaz. Geçici bir haz verir.

Yargılamak; Şahit olduğunuz durumların nelerden kaynaklandığını bilip bilmeden ortaya atlamanız, bilinçli birey için replik bilmeden sahneye atlamak gibidir.

Olumsuzluk; Daha çok yaşlılarda karşılaştığım bir durumdur. “Nasılsın?” sorusuna bile “İyiyim” diye cevap vermekte cimridirler.

Şikâyet etmek; Gerçekleştiremediğimiz çoğu şey için şikayet etmek, eremediği ete kedinin mundar demesi gibi bir şey. Bu enerjiyi yol yordam aramak için sarf edebiliriz.

Uydurmak; Son on yılda kazandığımız diğer gereksiz alışkanlık abartmadır. Bunu öylesine hayatımızın içine kattık ki ben diyen tiyatrocuya aşık atarız.

Oysaki bizi biz yapan, o kadar çok güzel ve geliştirmemiz gereken özelliklerimiz varken……

Kendimize özgün olmayı artık geçmiş bir tarihte mi bıraktık?

Sizi siz yapan her şeyi görmezden gelip üzerine yeni katlar çıkmaya çalışmak, en düşük seviyede bir depremde yerle bir olmaya mahkumdur. Ya dürüstlük, üç kişilik bir ailenin fertlerinin bile birbirlerine “tatlı” yalanlar söylediği düşünüldüğünde üçüncü kişileri ve toplumun bütününü hayal etmekle korkuya kapılıyorum

Devamını Oku

SANDALYE KAPMACA

SANDALYE KAPMACA
0

BEĞENDİM

ABONE OL

 Çalan müzik durduğunda önünüzde boş sandalye yoksa kaybettiğiniz eğlence.

Asıl sefillik, direnç gösterememektir.

Düşünmemen gerekeni düşünmektir.

Anlamak ama boş vermek

Aptal değilken öyleymiş gibi davranmaktır.

Bir yalanı sürdürmektir.

Başkalarını tatmin etmeye çalışmak

Bakış açınızı kaybetmek ………

Hissetmeden yaşamak………

Zorunluluklar, ayıplar……

Aynı kandan olmayana gösterilen nefret…

Öfkelisin çünkü hayatının dengede olmadığını biliyorsun, korkuyorsun, çünkü duygularını dinlemenin sana gerçekleri söyleyebileceğinden.

Herkesin acısı bireyseldir. Kimse kimsenin acısını gerçek anlamıyla yaşayamaz.

Duyarsız insanlar her zaman olmuştur ve olacaktır. Sizi kendi çukurlarında yalnız kalmamak için sürekli aşağıya çekmek isteyeceklerdir.

Kötülük, felaket filmlerindeki bulaşıcı hastalıklar gibi yakanıza yapışmaya çalışacak.

İnsan kendi kendini kontrol etmeyi her zaman başarabilen bir varlık değildir.

Kaos, paniğin sonucudur.

Bütün bunlara rağmen hayatın anlamı var.

Hayat siz plan yaparken başınıza gelenlerdir. Ne kadar mantıksız olursa olsun her şeyin  bir sebebi var.

Sorgulamadan yaşanmaz.

Müzik bitecek duymamazlıktan gelme, bittiğinde önünde oturacağın bir sandalye bulacağından emin misin?

Devamını Oku

İŞE YARAYAN HER ŞEYİN SESİ

İŞE YARAYAN HER ŞEYİN SESİ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Pazar günü işe gitmenin endişesini yaşayan onca insan…

Acaba 1931 yılının güzel bir bahar gününde bay Spengler’in, konferansında ilerleme ideolojisinin işaretinde teknolojinin, insan mutluluğunun (hiçbir şey yapmama ve keyifli bir yaşam sürme) sonuna giden bir araç olarak görüldüğünü. Ancak, insanların bu koşullar için yaratılmadığını; bu koşulların “kısmen bile gerçekleşse toplu katliam ve intihara yol açacağını söylediğinde orada değillerdi değil mi?

Seyrettiği film ya da dizide kendini kaybeden, oralarda geleceğini gören onca genç…..

Yine Spengler’in dediği gibi, ancak teknolojinin özünün, onu modern makine dünyasına indirgemekle ortaya çıkmayacağını, aksine teknolojinin, insanlık tarihinin çok eskilerine uzanan ve hatta hayvanlarda bile bulunabilen bir yaşam taktiği olduğunu duysa, doğadaki serbest hareketlilik, yaşamla başa çıkmak için özel ‘araçların’ geliştirilmesini zorunlu kıldığını öğrense,, saatlerce dizi seyretmek ister miydi?

Bu soruların cevabını verecek olan beyefendi maalesef şimdi hayatta değil, ancak, geçmişle yaptığım bu sanal sohbeti şöyle bitirmek istiyorum. İç dünyanın tecrübelerle bezendiğini düşündüğümde zaman zaman değişen ruh halimizi tamamlayan iyilikleri, hatta bellek çöplüğüne atmaya çalıştığımız harabe hatıralar ve düşüncelerimizi bile kullanarak içimizde işe yarayan her şeyin sesini dinlemek zorundayız.

Alçakgönüllülükle kendi etrafınızda dönmeye çalışan uydularınıza yön vermeye ne dersiniz?

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.