Aynur ÖZKAN

Aynur ÖZKAN

18 Temmuz 2024 Perşembe

DENİZLİMİZİN KIBRIS GAZİSİ FERHAT ALKAN KIBRIS BARIŞ HAREKATI’NI ANLATTI…   

DENİZLİMİZİN KIBRIS GAZİSİ FERHAT ALKAN KIBRIS BARIŞ HAREKATI’NI ANLATTI…   
1

BEĞENDİM

ABONE OL

20 Temmuz 2024 Cumartesi günü Kıbrıs Barış Harekatı’nın 50. yıl dönümü. Bugün sizlere, bizzat bu harekata katılmış Denizlimizin değerli Kıbrıs Gazisi ve Topçu Subayı FERHAT ALKAN’’la tanıştıracağım…Kendisiyle tanışıp sohbet ettiim ve savaş günlerini kaleme aldığı kitabını bana hediye etti. Kitabın adı “KURŞUNLAR ARASINDA”. Savaş alanında bulduğu bir ajandaya her gün yaşadıklarını not etmiş ve yıllar sonra da bu notlarını kitaba aktarmış. Kıbrıs’ın Şanlı Destanı bu kitapta… Okumanızı tavsiye ederim. Okuduğunuzda o günlere tanıklık edeceksiniz…                                                                            FERHAT ALKAN’ı biraz yakından tanıyalım:  Topçu Teğmen FERHAT ALKAN, 1944 yılında Denizli’de doğmuştur. İlkokul, ortaokul ve liseyi Denizli’de, yüksekokulu Eskişehir İTİA’ da okumuştur. Askerden önce Maliye Bakanlığı’nda Vergi Denetmeni olarak çalışmıştır. Askerliğini Yedek Subay olarak Topçu Sınıfı olarak başlamıştır. 20 Temmuz 1974’te KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI’NA katılmış, harp dönüşü Denizli’de ticaret ile uğraşmıştır. Halen Denizli’de yaşamaktadır…

 Birincisi 20 Temmuz, ikincisi ise 14 Ağustos 1974’te düzenlenen harekatın üzerinden 50 yıl geçmesine rağmen FERHAT ALKAN, o günleri dün gibi hatırlıyor. Tarihe ışık tutacak sohbetimizde, o günlerde yaşadıklarını ve şahit olduklarını anlattı. Kendisini gelin birlikte dinleyelim…                                                 “Kızım Ayşe Tatile Çıksın” parolasını aldıktan sonra o gün sabah 05.30’da uçaklarımız Rum mevzilerini  30 dakika  bombaladı. Hemen akabinde biz topçular Rum mevzilerini atışa aldık. Bu ara hiç mermimiz sekmedi. Bütün hedefleri vurduk. Bu top atışımız bir saat devam etti. Sonunda Ateş İdare Merkezi’ndeki arkadaşlarım bana ikazda bulundular. “Ferhat sen ne yapıyorsun? Kaç mermi attın farkında mısın? “ dediler. Ben de “kaç mermi oldu komutanım” diye sordum. 480 mermi cevabını aldım ve Ateş İdare’deki subay arkadaşlara “biz bir 480 mermi atalım, benim piyadem pikniğe gidiyormuş gibi taarruza devam etsin” dedim. Böylece biz topçulara verilen görevleri tamamlamış olduk. Artık bütün iş piyadeye kalmıştı. O taarruz da iki gün devam etti. 16 Ağustos günü Ateşkes ilan edildi ve hemen birlikler tekrar yeni mevzilerine girmeye başladılar. Bu arada Rumlar tarafından sızma harekat olabileceği emri geldi. Bunun için araziye, bir birlik ile benim komutumla arama yapmaya çıktık. Bu arada doktor yüzbaşımız rahmetli Ayhan ÇEKİÇ yarbayımız “Ferhat bekle ben de geliyorum” dedi. Onunla beraber araziye çıktık. Biraz ilerledikten sonra çok küçük bir Türk köyüne rastladık. Türkiye’ye üye olduğu Müslüman bir köy olduğu belliydi. Çünkü minare görünüyordu ama köy bomboştu. Köyün içine girdik. Biraz dolaşınca bir kız çocuğu ile bir de erkek çocuk karşımıza çıktı. Erkek çocuk bana sordu. “Asker amca siz Türk askerisiniz değil mi?” dedi. “Evet biz Türk askeriyiz” cevabını verdim. “Dedemle ninem var samanlıkta, hep beraber saklanıyoruz” dediler. Çocuklara doğru yöneldik. İki ihtiyar Rum askerleri köye baskın yapınca saklanmışlar ve böylece şehit olmaktan kurtulmuşlar. Sonra köylünün nerede olduğunu aramaya başladık. Bu arada köyden 300-400 metre güneye doğru hareket edince bir toprak yığını ile karşılaştık. Toprak yığını belliydi. Palet izleri vardı. Dozerin yeni bir işlem yaptığı belliydi. Biz palet izlerinin bittiği yerde toprak yığınını kazmaya başladık. Şüphe üzerine, ilk önce bir kadın sol kolu bulduk.  Merakımız o tarafa doğru yöneldi. Artık eşeledikçe insan cesetleri ile karşılaştık. Hepsi de eli silah tutmayan kadınlar ve çocuklardı. Bu ara akşam olmak üzereydi. Orada bir müfürece askeri nöbetçi bırakarak o ihtiyar kadın ve dedeyi, çocukları da yanımıza alarak birliğimize döndük. Akşam birliğimize vardığımızda hava kararmıştı. Yapacak bir şey yoktu. Sabahı beklemek durumundaydık. Bu arada tabur komutanımız geldi, o olaya vakıf oldu, sabahıı ettik. Bizim komuta merkezimize haber verildi. Sabah 09.00’a doğru bir sürü subay bizim birliğe gelerek hep beraber olay yerine tekrar döndük ve buranın Atlılar, Sandallar, Muratağa köyleri olduğunu tespit ettik. Benim için harp sona ermişti. Eli silah tutmayan kimsesiz sivil halk toplu halde öldürülmüştü…              

15 Temmuz 1974 günü zamanın Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makerios’a yapılan suikast Kıbrıs’daki Türk halkı için en son mezalim girişimiydi. Bunun ileriki zamanlarda Türk halkı için kötü durumlar meydana getireceğinden, Türkiye adadaki garantör devlet olma yetkisini kullanarak 20 Temmuz 1974 günü kara, deniz ve hava kuvvetleri ile adaya çıkarma yaptı. İlk çıkarma harekatı, 28 Temmuz’a kadar devam etti. Bu olay, düşmanda çok sayıda kayıp vermesine sebep oldu. Türk Ordusu da 498 şehit ile 1. Harekat’ı tamamlamış oldu. Ama bu olay, adadaki Türk vatandaşlarımız için gerekli emniyeti daha sağlayamamıştı. Gerek toprak bakımından, gerek Türk halkının emniyeti bakımından. Barış için Türk, Yunan ve İngiliz devlet yetkilileri garantör devlet olarak bir araya geldiler. Fakat bir türlü anlaşma sağlanamadı. 14 Ağostos 1974 günü zamanın TC Dış İşleri Bakanı Turan GÜNEŞ’in “KIZIM AYŞE TATİLE ÇIKSIN” parolası ile 2. Harekat başlamış oldu. Bu 2. Harekat’la, Kıbrıs Türk Halkı’nın adadaki tapulu arazisinin %36’lık kısmının sınırı çizilmiş oldu. Tabii 2. Harekat, kısa zamanda netice alınmasına rağmen daha zorlu ve kanlı oldu. Türk Ordusu’nun bu tarihi zaferi, şimdiki KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYET’İ kuruldu. Ortalama 100 gün süren KUTLU BARIŞ HAREKATI sonunda, bu günlere gelinmiştir. KKTC, dünya durdukça ilelebet varlığını yaşatacaktır… KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI’NIN 50. YILI, BÜTÜN KIBRIS HALKI VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NE KUTLU OLSUN. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE !!                                  FERHAT ALKAN’ın daha çok anlatacak anıları var. Bu sadece bir kısmı…                                                                                                                      Ferhat Alkan ve silah arkadaşlarına minnet ve şükranlarımızı sunuyor, şehitlerimizi rahmetle anıyoruz…

Devamını Oku

TAYLAND’IN BAŞKENTİ BANGKOK GEZİMDEN

TAYLAND’IN BAŞKENTİ BANGKOK GEZİMDEN
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Tayland, Uzak Doğu’da tatil denilince ilk aklıma gelen ülkeydi. Bir ay önce Mayıs ayında bu güzel ülkeye olan seyahatimi gerçekleştirdim. Görülmesi gereken en çok turist alan Bangkok, Pattaya, Phuket şehirlerini gezdim gördüm. Tayland’a nasıl gittik? İstanbul Havalimanı’ndan Mahan Havayolları ile Tahran’a sonrasında aktarmalı olarak Bangkok’a uçtuk. Bangkok Suvarnabhumi Havalimanı’na varınca 25 km uzaklıkta olan şehir merkezine otobüsle gittik. Trenle de gidilebiliyor. Bangkok’da 4 gün kaldım. Kaldığım süre içerisinde nereleri gördüm, neler öğrendim sizlerle paylaşacağım. Bangkok, Tayland’ın başkenti ve en büyük şehri. “Melekler şehri”olarak da biliniyor. “Soi” denilen gizli dar sokakları, Budist tapınakları, tuk-tuklarıı, sky barları, meşhur pazar tezgâhları ve muazzam doğası ile görülmeye değer bir şehir. Şehirde çok sayıda tarihî eser ve müze bulunuyor. Bangkok’da gezilecek yerlerin listesini sizler için hazırladım:
KRALİYET SARAYI: Büyük Saray da deniliyor. Bangkok‘un en popüler ve önemli turistik noktalarından biri. Kraliyet ailesinin eski evi olan bu saray, günümüzde de devlet işleri için kullanılıyor.
BANGKOK ÇİN MAHALLESİ: Bangkok’a gelenlerin uğramadan geçmediği bir nokta. Çin kültürünü yansıtan restoranların, dükkanların bulunduğu, sokak yemeklerinin satıldığı bir mahalle.


WAT TRAİMİT TAPINAĞI ve ALTIN BUDA HEYKELİ: Göz alıcı mimarisiyle Çin Mahallesi’nde bulunan en önemli Budist tapınaklarından birisi. Altın kulelerle kaplı bu parlak beyaz binada dünyanın en büyüğü olduğu söylenen Altın Buda Heykeli yer alıyor. Yapımında beş buçuk ton altın kullanılmış. Günümüze kadar gelebilmesinin ayrı bir hikayesi var: Burmalı savaşçılar tarafından çalınmasın diye uzun yıllar önce beyaz alçı ile kaplanmış. 1955 yılında tapınağa taşınırken kazara düşürülmüş ve altından yapıldığı ortaya çıkmış. Gördüğümüz bütün Buda Heykelleri altın renkli ama bu gerçek altınmış. Heykele baktığınızda gözünüzü alıyor.
BAİYOKE SKY GÖKDELENİ: Hani her ülkenin en yüksek binası vardır ya, Tayland’ın da en yüksek gökdeleni Baiyoke Sky’dır. Yüksekliği 309 metre ve 85 katlı. Bangkok‘un manzarasını gören üst katındaki Sky restoranda manzara eşliğinde güzel bir yemek yenilebilir. Konum olarak şehir merkezinde bulunuyor.
BANGKOK YÜZEN PAZAR: Tayland’a geldiğinizde mutlaka yapmanız gereken bir aktivite de; küçük kayıklarla kanalların içerisinde dolaşmak olmalıdır. Yüzen Pazar’ların diğer pazarlardan farkı, pazarların kanallarda kuruluyor olması ve çeşitli taze meyve, sebze, yiyecek ve eşyaların gezen kayıklarda satılması. Yani satış yapan yerli halk da alışveriş yapan ziyaretçiler de kayıklar eşliğinde kanallar arasında kurulu olan pazarlarda geziyor. Pazarda ne ararsanız var. Bölge sakinleri 200 kadar çeşitli kanallar oluşturmuş, zamanla da bu kanallarda alıveriş faaliyetleri başlamış.


BANGKOK KANALLAR TURU: Bangkok’u keşfetmenin en güzel yolu, sürat teknesi ile Kanallar turuna katılmak olacaktır. Tay’lıların kanallar üzerindeki yaşamını yakından görecek, Tayland’ın zengin ile fakir kesimin nasıl yanyana yaşadığına şahit olacaksınız. Kanal boyunca ilerlerken gizemli tapınakları, yerel pazarları ve su üzerindeki geleneksel evleri keşfedeceksiniz. Kanaldan ilerlerken dev bir Buda Heykeli karşınıza çıkacak. Heykeli ve buradaki Tapınağı görmek isterseniz burada mola vererek ziyaret edebileceksiniz. Tapınaklardan birinin önünde kutsal kedi balıklarını besleyeceksiniz. Kanalların bitiminde Chao Phraya Nehri’ne ulaşıyorsunuz. Nehir, Bangkok’u ikiye ayırıyor.
BANGKOK TREN PAZARI: Tayland’daki Maeklong Pazarı, dünyanın en ilginç ve tehlikeli pazaryeri olma özelliğine sahip. Tren gelmeden önce tezgahlar kapanıyor, geçtikten sonra tekrar açılıyor ve kaldıkları yerden pazar devam ediyor. Bu pazarın ortasından günde 8 kez tren geçiyor. Ne kadar tehlikeli dense de şimdiye kadar hafif yaralanmalar dışında kaza olmamış. Tren geçiş saatleri belli olduğu için turistler bu saatlerde buraya gelerek bu showu izliyorlar. Sonrasında alışverişe devam. Bu pazarda her şey satılıyor. Bu pazarda benim en çok dikkatimi çeken şimdiye kadar görmediğim tropikal meyvelerdi. Hepsinden birkaç tane satın alıp tadına baktım. Şehir merkezinden 1,5 saat kadar uzaklıkta olmasına rağmen turistlerin vazgeçilmez rotası burası. Bu sıra dışı pazarın hikayesi, 80’li yılların sonuna dayanıyor. 1984 yılında, son istasyonun olduğu bölgede bulunan bu pazar ilk kez, bir iki tezgâhla yolcuların yeme içme ihtiyaçlarını karşılamak için kurulmuş. Şimdilerde ise turistlerin treni sadece birkaç dakika görmek için uzun yollar kat edip geldiği bir cazibe merkezi haline gelmiş.
HİNDİSTAN CEVİZİ ÇİFTLİĞİ: Tayland halkının en çok tükettiği meyvelerden biri Hindistan cevizi . Dünyaca tanınmış Siam İkizlerinin doğduğu Samut Songkram Kasabası’nda bir Hindistan cevizi çiftliğine uğrayabilirsiniz. Burada Hindistan cevizi ağacından Tay halkının nelerden faydalandıkları hakkında bilgi alıp, bu ağaçtan yapılmış hediyelik eşyalardan satın alabilirsiniz. Ben Hindistan cevizi sütü ve yağını aldım. Hindistan cevizi yağını yemeklerde, kızartmalarda kullanıyorlar. Biz alışık olmadığımızdan yağın kokusu bize biraz ağır geldi.
Tayland’a Ne Zaman Gidilir? Tropikal iklimi nedeniyle yılın her ayı gidilebilir. Muson yağmurlarının dindiği, nem oranının az olduğu Kasım ile Nisan ayları arası en ideal dönemdir.

Devamını Oku

RODOS (RHODES) -ŞÖVALYELER ADASI      

RODOS (RHODES) -ŞÖVALYELER ADASI      
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bayramda ailecek tatil için Marmaris’i düşünürken baktık ki oteller pahalı birden rotamızı Rodos Adası’na çevirdik. Booking.com’dan Rodos’taki kiralık ev fiyatlarına baktık. Daha ucuz olduğunu görünce hemen rezervasyonumuzu yaptık. Feribot biletlerimizi aldık. Bizde yeşil pasaport olduğu için sıkıntı yaşamadık. Ama bayramda önceden kapıda vize yaptıran Türk vatandaşları adalara alınmamış, mağdur olmuşlar. Rodos Adası da buna dahil. Sebebi de; bayramda yaşanan yoğunluktan dolayı Yunan yetkilileri, adalara belirli bir sayıda kapıda vize yaptıranları almak istemişler. Aylar öncesinden kapı vizesi ve rezervasyonu yaptıran Türk vatandaşları geri çevrilmiş. Yeşil pasaportu ve Schengen vizesi olanlar sıkıntı yaşamamışlar. Marmaris’ten, Bodrum’dan ve Fethiye’den Rodos’a feribot seferleri yapılıyor. Biz Marmaris’ten gitmeyi tercih ettik. Marmaris’ten Rodos’a sabah, öğle ve akşam saatlerinde feribot kalkıyor. Biz 16.45 feribotuna bindik. Yolculuk 1 saat sürdü. Rodos’a varınca kiraladığımız eve yerleştik. Sonrasında Rodos akşamlarına attık kendimizi. Gece 01.00’den sonra müzik yasağı olduğu için geç saatlerde sessizlik hakimdi. Rodos’a ilk 2015 yılında gitmiştim. O zaman müzik yasağı olmadığı için sabaha kadar meydanlar daha coşkuluydu. 9 sene önce gördüğüm Rodos’ta hiçbir değişiklik yok. O zaman da olduğu gibi şimdi de turist oldukça fazla. Rodos’ta Eski Şehir ve Yeni Şehir olarak adlandırılan iki bölge var. Buralarda tercihinize göre oteller bulunuyor. Eski Şehir Bölgesi’nde oteller butik tarzı küçük oteller. Yeni Şehir Bölgesi’ndeki oteller, daha yeni ve modern. Rodos’a varınca ilk görmek istediğim yer, Rodos Şövalyeleri de denilen St.John Şövalyeleri’nin inşa ettiği ve kale surlarıyla adayı çevirdikleri Eski Şehir Bölgesi’ydi. Feribotla limana varırken bu tarihi şehir, görkemli surlarıyla sizi karşılıyor. Eski Şehir Bölgesi’nde Büyük Üstadlar Sarayı görülecek yerler arasında. Sarayın içerisinde 150’den fazla oda var. Müze olarak ziyarete açık. Saraydan çıkıp yokuş aşağı indiğinizde meşhur Şövalyeler Sokağı’na varıyorsunuz. Burada şövalyelerin yaşadığı binalar, Osmanlı’dan kalma tarihi çeşmeler, gotik tarzı kiliseler dikkat çekiyor. Zemini taştan olan bu sokağı mutlaka yürümelisiniz. Gezerken birçok yerde Osmanlı eserlerine rastlarsınız. Pembe renkli kubbesiyle Kanuni Sultan Süleyman Camisi, Mustafa Paşa Camisi (Türkler nikah salonu olarak kullanıyorlar), Recep Paşa Camisi, İbrahim Paşa Camisi, Fethi Paşa Kütüphanesi, Osmanlı çeşmeleri ve Osmanlı mezarlığı bunlar arasında. Adanın tarihine bakarsak; Ada, Orta Çağ döneminde Rodos Şövalyeleri’nin yönetimi altındaymış. Şu anki tarihi dokusu, o dönemden kalma. Rodos’ta olduğu gibi kuşattıkları her şehri, düşmanlardan savunmak için yüksek surlarla çevirmişler. Malta’ya, Kıbrıs’a, Kos Adası’na gittiğimde görmüştüm. Buralarda da yaşadıkları dönemde aynı surları inşa etmişler. Peki bu St.John Şövalyeleri kimlerdir ? Tarihi geçmişlerine bakarsak; Kudüs’te hastalara bakan bir sağlık kuruluşu olarak ortaya çıkar. Sonrasında bir tarikat olarak Katolik Kilisesi’ne bağlanırlar. Ekonomik açıdan güçlenerek, bir donanmaya ve orduya sahip olurlar. Askeri bir kimliğe dönüşürler. 1187 yılında Selahaddin Eyyubi tarafından Kudüs alınınca Kıbrıs’a gitmek zorunda kalırlar. Sonrasında Menteşoğulları’nın hakimiyetinde bulunan Rodos’u ele geçirirler. Burayı tarikatın merkezi yaparlar. 1522’de Kanuni Sultan Süleyman, altı aylık bir kuşatmadan sonra adayı Şövalyelerin elinden alır. Şövalyeler, Sicilya Krallığı’na Malta’ya kaçarlar. Yaşadıkları yere göre isimlendirilirler. Hospitalier, Aziz Yuhanna, Rodos, Malta Şövalyeleri gibi…Rodos Adası, 400 yıl Osmanlı İmparatorluğu yönetiminde kalır. 1912’de Trablusgarp Savaşı’nda, İtalya’ya sonrasında İtalya’nın 1947’de Paris Antlaşması’nı imzalamasıyla, Oniki Adalar’ın tümü Yunanistan’a verilir. 1923’te yapılan mübadeleden Rodos’ta yaşayan Türkler etkilenmez ve orada yaşamaya devam ederler. Alışveriş yaparken orada yaşayan birkaç Türk’e rastladım. Onlarla biraz sohbet ettim. Eski Şehrin en hareketli meydanı, Hipokrat Meydanı’dır. Ortasında çeşme bulunan meydanda oturmak için merdivenler yapılmış. Burada oturup gece geç saatlere kadar meydan eğlencelerini izleyebilirsiniz. Rodos’ta görülecek diğer yerler; Arkeoloji Müzesi, Hipokrat Ağacı, Akropolis Antik Kenti, Apollan Tapınağı ve Antik Kenti, Anthony Quinn’in film çektiği Anthony Quinn Plajı, Meryem Ana Kilisesi, Su Parkı, Rodos Akvaryumu bunlar arasındadır. Şehrin merkezinde bulunan ve en meşhur plajı olan Elli Plajı’na yürüyerek gidilebiliyor. Eski Şehir’den çıkıp Yeni Şehir tarafına yürüdüğünüzde, sıralanmış yel değirmenlerini görürsünüz. Devamında Mandraki Limanı’na varırsınız. İki sütun üzerinde geyik heykelleri göze çarpar. M.Ö.dönemlerde geyiklerin olduğu yerde ayaklarını basmış dev bir erkek heykelin olduğu, bacaklarının arasından gemilerin geçtiği, bu heykelin Yunan Güneş Tanrısı Helios’un olduğu, heykelin bir deprem sırasında yıkıldığı söylenir. Günümüzde bu heykelden kalan birşey yok. Kartpostalların, magnetlerin, fotoğrafların üzerinde adanın simgesi olarak bu heykelin resmini görürsünüz. Ada merkezi dışında vakit geçirebileceğiniz Faliraki, Lindos gibi birçok kasaba ve plajlar da bulunuyor. Rodos’a gittiğinizde, Lindos’a mutlaka uğrayın. Merkeze 30 dakika uzaklıkta. Lindos, bir tepe üzerine kurulmuş, beyaz evleriyle, şirin dar sokaklarıyla turistlerin uğrak noktası. En tepesinde Lindos Akropolisi bulunuyor. Tepeye yürüyerek çıkmak istemezseniz eşeklerle de çıkabiliyorsunuz. Lindos’un her iki tarafında doğa harikası iki plaj bulunuyor. Benim de bir günümü geçirdiğim Lindos’ta güzel bir anım vardır. Rodos merkezinden Lindos’a gitmek için bindiğim otobüsün Lindos’u geçtiğini 1 saat sonrasında farkettim. Şoföre sorduğumda Lindos’u geçtiğimizi söyledi. Beni bir görevli yardımıyla dönen otobüsle ücretsiz Lindos’a gitmemi sağlamışlardı. Bu yardımı minnetle hatırlarım. Rodos Adası, Ege Denizi’nde Oniki Adalar’ın en büyüğü ve en popüler adası. Türkiye kıyısı olarak da Bozburun’a en yakın noktasıdır. Adanın “Gyros” yemeği meşhur. Bir akşam yemeğimizde, Gyros yedik. Lezzeti, bizim dönere benziyor. Şişte pişirilen tavuk, kuzu veya domuz eti bir yufkaya ya da pideye sarılarak yeniliyor. Ayrıca dürümün içine cacık sosu, domates, marul, soğan, salatalık gibi sebzeler de konuluyor. Limanda dolaşırken, yine bir Yunan Adası olan Simi (Symi) Adası’na günübirlik feribotların gittiğini öğrendik. Osmanlı’daki ismi Sömbeki. Ertesi gün sabah feribotuna binerek, 45 dakikalık bir yolculuk sonrası Simi Adası’na vardık. Burada günümüzü geçirerek akşam feribotuyla Rodos’a geri döndük. Simi Adası, küçük sakin bir ada. Rengarenk evleriyle, doğasıyla tam kartpostallık. Rodos’a gittiğinizde bu adayı da görmenizi tavsiye ederim. Bol gezili günleriniz olsun…                 

NOT: Çöplerimizi doğaya atmayalım. Temiz çevre, temiz yaşam !!

Devamını Oku

JAPONYA GEZİM

JAPONYA GEZİM
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Konnichiwa (Merhaba)…                                                                                                                                   Japonya ve Güney Kore’yi görmek, kalbimin en güzel köşesinde taht kurmuş bir hayaldi benim için. Özellikle Sakura döneminde Japonya‘yı görmek. İki hafta gibi kısa sürede çiçeklerini döken bu kiraz çiçeklerini dökmeden yakalayabilmek. Şimdi bu hayali gerçekleştirmiş olmanın verdiği mutlulukla öncelikle Japonya’yı yazıyorum sonrasında da Güney Kore… Neden Sakura dönemini tercih ettim? Japonya sokaklarını pembe çiçekleriyle güzellik katan Sakura ağaçlarının açması, Japonya’nın en güzel zamanı olarak kabul ediliyor. Japon kültüründe önemli bir yere sahip olan bu ağaç, yeniden doğuşu simgeleyen Türkçe “Kiraz çiçeği” orjinalinde ise “Sakura” olarak biliniyor. Sakuralar, yılda sadece bir defa Mart ayının sonu ile Nisan ayının başlarında açıyor.                                                         

Japonya gezimiz; İstanbul Havalimanı’ndan kalkan THY tarifeli uçak yolculuğumuz ile başladı. Yaklaşık 12 saat süren yolculuk sonrası Japonya’nın başkenti Tokyo Narita Havalimanı’na ulaştık. Japonya, Türkiye’ye göre 6 saat ileride olduğu için saatlerimizi 6 saat ileriye aldık. Japonya’nın Tokyo, Osaka, Kyoto, Nara, Kobe, Kamakura şehirlerini ve Hakone, Kişimoto kasabalarını gördüm. Gezerken gördüğüm, bilgi edindiğim Japonya kültüründen biraz bahsedeyim: Trafikte hem araçlar olsun hem de yayalar, hiçbir şekilde trafik kuralı ihlali yapmıyor. Sokaklarda çöp kutusu yok. Çöplerinizi yanınızda taşıyıp bulduğunuz bir yerde atıyorsunuz. Bu sebeple sokaklar ve mekanlar tertemiz. Hani derler ya “Sokakta bir çöp bulamazsın” diye o misal. Sokaklarda, açık mekanlarda sigara içilmiyor. Sokaklara 1-2 km. arayla serpiştirilmiş sigara içme alanları yapılmış. Kalabalık olan alanlara bir de görevli bakıyor. Alan doluysa görevli sırayla alıyor. Diyelim, bir işyerinde çalışıyorsunuz canınız bir sigara çekti: Merdiven aralığı, çatı, tuvalet, bina önü falan içerim demeyin. Japonlar kurallara uyuyorlar ya da uymayanları ikaz ediyorlar. Kaldığımız otellerin önünde dahi içemedik. 500 mt. kadar ilerideki sigara alanlarında içebildik. Zaten otelin resepsiyonundaki görevli sizi yönlendiriyor. İnsana sigarayı bıraktırı, bu alan bulma meselesi. “Herhalde Japonlar da bunu istiyor olmalı” ! Sokaklarda başıboş hiçbir hayvan göremiyorsunuz. Hayvan sahipleri kedilerini, köpeklerini el arabasıyla dolaştırıyor. Japonya’da selamlaşma , iki elini çenenin altında birleştirip hafifçe eğilerek yapılıyor. Eğilmek bir merhabayı ve saygıyı simgeliyor. Tokalaşma, sarılma gibi kavramlar yok. Japon halkı çok çalışıyor. Özellikle erkekler. Bu yüzden internet kafelerde konaklama ve kapsül otel denilen küçük otellerde konaklama kültürü gelişmiş. Kaldığımız otellerin lobisinde diş fırçası, diş macunu, tarak, cilt kremleri, gecelik gibi günlük ihtiyaçları gideren malzemeler bulunuyordu. Konaklamaya gelen alıp odasına çıkıyor. Çalışanlar siyah ya da gri gibi koyu renkli takım kıyafet giymek zorundalar. Resmi dilleri Japonca. İngilizce bilseler de mekan isimleri olsun sokak tabelaları olsun sadece Japonca yazılı. Japonca yazısı, çizimli karakterlerden oluştuğu için biraz zorlandık. Japon gençleri evlenip çocuk sahibi olmak istemiyorlar. Japonya hükümetinin, çocuk sahibi olmaya teşvik etmek için yaptıkları yardımlar da yeterli gelmiyormuş. Japon kadınları, göğüs dekolteli kıyafetler giymiyor. Kısa giymelerinde sorun yok. Yemek kültürü olarak; genelde katı yiyecekler yedikleri için yemekler tabaklarda satılıyor. İçindeki çeşitliliğe göre göre fiyat değişiyor. Ayakta yiyip geçiyorsunuz. Sıvı yemek olarak genelde çorba tüketiyorlar. Masada çatal, kaşığın yanında mutlaka şu meşhur yemek çubuklarından oluyor. Japonlar bu yemek çubuklarına “Hashi”,   “Waribashi”, “Chopstick” gibi isimlerle adlandırıyorlar. Çiğ ve soğuk yemekleri, örneğin çiğ balığı (sushi) daha kolay yiyebilmek için bu çubukları kullanıyorlar.

Deniz ürünlerini ve etleri kurutarak da tüketiyorlar. İlginç bulduğum bir durum da, kahvaltı dışında ekmek yemiyorlar. Çocuklarına günde 5 tane yumurta yediriyorlar. Sadece yeşil çay içiyorlar. Bir de farklı Matcha çayları meşhur. Matcha çayını kek, çikolata, gofret gibi tatlılarda kullanıyorlar. Diğer yeşil çaylar dünyanın her bölgesinde yetişebilirken, Matcha, Japonya’ya özgü. Turistlere çay seremonileri düzenleyerek bu çayı sunuyorlar. Bambu ormanı içinde bize düzenledikleri çay seramonisinde Matcha çayı ikram edildi. Ben tadını beğenmedim ve içemedim. Ama hediyelik olarak yakınlarımıza Matcha çaylı gıda ürünlerinden almayı ihmal etmedik. Kaldığımız otellerde ve restoranlarda siyah çay bulamadık. Kahvaltıda peynir, zeytin yok. Japonya’da kaldığım süreç içerisinde peynire , zeytine, siyah çaya hasret kaldım. Oturanlara her türlü konforu sağlayan teknolojik tuvaletlerinden bahsetmeden geçemeyeceğim. İlk başta tuvaletlerini çözmek için bayağı uğraştık. Klozetlerin üzerinde on tane kadar düğme var. Hepsinin de birer fonksiyonu var. Bastığınızda ya bir tane taharet çubuğu çıkıyor ya da havalandırması çalışıyor. Klozete oturduğunuzda adeta bir sıcaklık hissediyorsunuz. Klozetin ısısı isteğe bağlı olarak ayarlanabiliyor. Tuvalette sesinizi kimsenin duymasını istemiyor musunuz? O zaman ses tuşuna basıp sifon sesi çıkarmaya başlayabilirsiniz. Kurutma özelliği de mevcut.

Aynı saç kurutma makinesi gibi ama çepeçevre sıcak hava üfleyerek kurutuyor. Sifon düğmesini bulmak için de bir hayli çaba harcıyorsunuz. Çoğu da sensörlü. Araçların direksiyonu sağda. Trafik soldan işliyor. Trafiğin soldan akan bazı ülkelerin, zamanında İngiliz sömürgesi olması trafiğin neden soldan aktığını açıklıyor. Ancak tarihlerinde hiçbir zaman İngiliz sömürgesi altına girmemiş olan Japonya trafiğinin soldan akmasının başka etkenleri varmış: Japonya’da 12. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar devam eden dönemde Samuraylar, ülkenin en güçlü ve saygın sınıfıymış. Samuraylar at üzerinde kılıç kullanırken, sağ ellerini kullanmaları gerekiyormuş. Bu yüzden at arabaları ve yayalar da yolun solundan gitmeyi tercih ediyorlarmış. Ayrıca Japonya’nın ilk demir yolu hattı da İngiltere’den alınan trenlerle ve İngiliz mühendislerin yardımıyla kurulmuş. Bildiğiniz gibi Japonya, teknolojide dünya devi olmayı başarmış. Bic Camera Teknoloji Mağazası’na girdiğimizde, teknolojik ürünlerin çeşitliliği ve fiyatların Türkiye’ye göre ucuz olması dikkatimizi çekti. Alışveriş yapmanın tam yeri. Japonya, Türklerden vize istemediği için Japonya’ya gitmek de daha bir kolay. Japonya için anlatılacak çok şey var !! Yazımın devamı olarak Japonya’da görülecek yerleri anlatacağım. Görüşmek dileğiyle… Sayonara (Hoşçakalın).

Devamını Oku

SELCENLİLER 12. BAHAR YÜRÜYÜŞÜ                                                                               

SELCENLİLER 12. BAHAR YÜRÜYÜŞÜ                                                                               
0

BEĞENDİM

ABONE OL

 5 Mayıs 2024 Pazar günü Selcenliler Bahar Yürüyüşü etkinliği gerçekleşti. Doğayı sevenler, yürüyüşü sevenler oradaydı. Biz de dostlarla oradaydık. Her yıl düzenlenen bu etkinlik, gelenek haline gelmiş, Pazar günü de 12. si gerçekleşmiştir. Selcenliler için birlik ve beraberliği pekiştirmek adına önemli bir etkinlik. Selcen Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği tarafından düzenlenen bu etkinliğe katılım fazlaydı. Yürüyüşe Çal Belediye Başkanı Ahmet Hakan da katıldı. Yürüyüş, Dernek Yönetim Kurulu Başkanı Enver Üşür bey öncülüğünde başladı.

 Sabah saat 08.00’de Denizli İstasyon karşısından bizler için ayarlanmış minibüslere binerek Sakızcılar Köyü’ne hareket ettik. Sakızcılar Köyü’ne varınca bütün katılımcılara kahvaltı verildi. Huzur veren doğanın içinde, mis gibi kokan yeşilliklerin arasında kahvaltımızı yaptık. Sakızcılar Köyü, Ağlayan Kaya Şelalesi’nin üstü konumunda yer alıyor. Kahvaltı sonrası yürüyüşümüz başladı. Çökelez Dağı manzarası eşliğinde Karakaya ve Kaplanlar Köylerini geçerek Selcen Köyü’ne ulaştık. Selcen Köyü’ne varınca biz katılımcılara yemek servisi yapıldı. Yemekte köy halkının el emeği, yöresel yemekleri ikram edildi. Ardından da çay servisi. Daha ne olsun…Kahvaltı, yemek ve temiz bir doğanın içinde yürümek…O kırmızı kiremitli köy evlerinin arasında yürüyerek keyifli zamanlar geçirdik. 20 km. kadar yol yürüdük. Yağmura yakalanmadan yürüyüşümüzü tamamladık. Güzel bir günü bitirirken saat 16.30’da geldiğimiz minibüslerle Denizli’ye geri döndük.

Selcen, Denizli’nin Çal ilçesine bağlı bir mahalle. Geçim kaynakları, bağcılık ve hayvancılık. Köyde 4 tane şarap fabrikası var. Köy denilince; aklıma her zaman şair Ahmet Kutsi Tecer’in yazmış olduğu “Orda bir köy var uzakta. O köy bizim köyümüzdür. Gezmesek de tozmasak da o köy bizim köyümüzdür” dizeleri ile söylediğimiz şarkı gelir. Bu güzel etkinlikte emeği geçenlere ve sponsor olanlara teşekkür ederiz. Önümüzdeki sene 13. sü düzenlenecek olan Selcenliler Bahar Yürüyüşü’nde görüşmek dileğiyle…

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.