Emine Çoruk

Emine Çoruk

08 Nisan 2024 Pazartesi

USTA SANATÇI NURİ GÖKAŞAN

0

BEĞENDİM

ABONE OL

USTA SANATÇI NURİ GÖKAŞAN

50 yılı aşkın bu sektörün içinde olan, Türk Tiyatrosu duayenlerinden sanatçı Nuri Gökaşan’ın sanatın her alanında başarılı olması, karakterinin başarılarıyla özdeşleşmesi ve gelen başarılarla deforme olmamış kişiliği…

Ustanın inceliği, naifliği ve mütevaziliği başarının anahtarı bence. Aslında sizinle var olan, sizinle özdeşleşen bir şeyin farkında olmazsınız, bunun ayrıcalığını fark edemezsiniz çünkü zaten o sizsinizdir. Bütün ve tamsınız, sonradan buna sahip değilsiniz, bu yüzdendir onurlu ve dik duruşunuz. Siz bunun farkında olmasanız da sizden başka herkes bunun farkına varır. Hiçbir başarı tesadüf değildir, Nuri Gökaşan’ın başarılarının anahtarı bence bu.

Bu günlerde TRT 1’ De yayınlanan geniş kitlelerin beğenisini kazanan ‘Gönül Dağı’ dizisinde ‘Dişçi Musa’ rolü ile dizinin sevilen karakteri…

-Gönül Dağı’nın dişçi Musa’sı. Musa karakteri ile geniş kitlelerin beğenisini kazandınız. Dizinin dikkat çeken karakterlerinden birisiniz. Peki yaşam oyunundaki asıl rolünüz ve karakteriniz olan Nuri Gökaşan kimdir?

-Selam evlât. 1950 doğumluyum ve o günden bugüne hem yönetimsel hem de aile içinde inançlardan gelen baskılarla büyüyen bir nesildenim. Kısaca 68 kuşağı diyebilirsiniz. Yönetimsel baskı okulda başlar, iktidarın baskısına kadar giderdi tabi bir de askeri vesayet vardı. Kaç darbe ya da darbe teşebbüsüne tanık olduk. Bunların en rezili en hain olanı 1980 faşist Amerikancı darbeydi. Şöyle hatırlayacak olursak 1960 darbesi, 22şubat 1962 Talat Aydemir ve arkadaşlarının darbe teşebbüsü, 12 Mart 1971 muhtırası, 1980 darbesi, 28 Şubat 1997 post modern darbe, 27 Nisan 2007 hükümete verilen E muhtıra ve en son 15 Temmuz 2016 FETÖ kalkışması, bakarsanız ömrümüzün kısmi azamisi böyle darbelerle geçmiş. Ez cümle baskı görmüş ama direnmiş, asılmış vurulmuş yok edilmek istenmiş bir nesilden geliyoruz. Ben işte o nesille beraber büyüdüm.

Meslek aktörlük olunca ister istemez oyunculuğunuzla kesişen bir sürü iş de yapmanız isteniyor sizden. Bunlardan biri de seslendirme. Ben de yıllarca dublaj yaptım çok bilinen karakterler seslendirdim. TRT’ de, özel TV kanallarında, özel stüdyolarda. Bugüne kadar herhalde 20 -25 bin parça iş seslendirmişimdir, parça başı işten kastım dizi, film, belgesel, sinema filmi ve 5 dakikalık çizgi filmden en uzun olanına kadar. Seslendirme yapınca haliyle reklam seslendirmesi de yapıyorsunuz, yani hepsi ayrı ayrı bir bütünü tamamlıyor sanki.

Tiyatroda oyuncu olarak yetkinleşince ve zamanı gelmişse tiyatroya olan sevdanız sizi araştırmaya ittikçe duyarlılığınızda artıyor. Bu sefer sizi yöneten ustaları hatta çok başarılı yönetmenleri takip ediyor, onlar gibi başarılı işler yapmaya özeniyorsunuz. Özenme sahneye oyun koymaya doğru götürüyor sizi. Yetmiyor titizleniyorsunuz ve iyi olmasına özeniyorsunuz. O zamanda sahne üzeri tüm disiplinlere hakim olabilmek gibi bir gerçek ortaya çıkıyor yani dekor, kostüm, müzik, ışık butafor akla ne gelirse… Bu sefer onları öğrenmeye, öğrendiklerinizi sahneye koyduğunuz eserde kullanmaya başlıyorsunuz. Bu disiplinlerin icracıları ile reji adına doğru ilişkiler kurmayı başarıyorsunuz. Tabi bütün bunları öğrenirken dünya görüşünüzde iyice biçimleniyor ve görüyorsunuz ki sanat hiçbir zaman tutucu olamaz. Sanat hiçbir zaman akıldan, estetik arayıştan uzak duramaz. Sanat hiçbir zaman zalimden yana olamaz yani sanat tarafsız olamaz, sanat; insandan, doğadan, canlıdan yana, iyilikten, güzellikten, hoşgörüden yana, eşitlikten adaletten sevgiden yana taraftır. Yine öğreniyorsunuz ki sanat faşist olamaz kötülükten yana olamaz. Sanat yenilikçi ve insandan toplumdan yanadır. İster istemez halkçı ve devrimcidir.

Tiyatro ile hem hâl oldukça kendi oyunlarınızı kurmak istiyorsunuz sonrasında kendi hayallerinizi kuruyor ve bunu kağıda döküyorsunuz. Ortaya oyun metni çıkmış oluyor. Bu sefer onu sahneye koyma telaşı başlıyor bir de bakmışsınız oyun yönetmişsiniz. Bütün bu işler oyunculuk, yönetmenlik, seslendirme, sinema, dizi birbirinden üreyen işler. Yeter ki araştırın inceleyin ve bilgilenin. Hepsiyle de tanıştığım için çok mutluyum…

-Tiyatro, sinema, yönetmenlik, oyunculuk, seslendirme Sanatçısı… Kısacası sanat çınarı olmuşsunuz, bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

-Biz tiyatro oyuncuları yıllarca sahne üzerinde oyunlar oynarız, oyunlar yönetir, şarkılar söyler, dans ederiz. O yıllar içinde bizleri izleyen tiyatro seyircisinin sayısını da artırmak isteriz ve hatta bizi yakın takip eden ciddi seyirci kitlesi oluştururuz. Bu durum bizim yıllarımızı alır. Oysa diziler tiyatro seyircisi olmamış hatta ömründe hiç tiyatroya gitmemiş bir kitleyi de harekete geçirir. Bu kitle evlere diziler vasıtası ile giren dizi oyuncularına yakınlık duyar. Tiyatroda yıllarca yapamadığınız reklamınızı bir dizide hele dizi sevilmişse 4-5 bölümde elde edersiniz. Bu durum bir yandan elbette sevindirici çünkü sanatçı daha geniş kitlelerce tanınıyor. Ancak bir açıdan bakınca da düşündürücü, düşününce de çok üzücü. Çünkü bu, ülkemizdeki tiyatro seyircisi azlığının belirtisidir, az olmasının bir nedeni acaba bu sevilen dizilerin insanları eve bağlaması mıdır bilinmez. Elbette birçok parametre var tabi ki ekonomik dengelerin bozulması da bir sebeptir. Ama en önemlisi toplumun nitelikli eğitim almamış olmasıdır. Bu tür sosyal zevklerin eğitimle daha ana okulu çağından itibaren bireylere verilebileceği kanaatindeyim.

-TRT 1’de yayınlanan Gönül Dağı dizisinin dişçi Musa’sı olarak çok seviliyorsunuz. Çağımızın hastalığı olan Alzheimer ve demans konusunda farkındalık yaratıp bir misyon üstleniyorsunuz. Söylemeden geçemeyeceğim benim ve eşimin müptelası oluğumuz bir dizi. Önceleri fazla hüzünlü bulduğum için izleyemiyordum ama hüzünlü olduğu kadar komik ve eğlenceli. Artık izleyemediğimiz bölümleri geriye sarıp mutlaka izliyoruz.

 -Tiyatroda tam 53 yılda elbette ki sanatıma duyarlı beni takip eden tiyatro seyircisi biriktirdim. Onlarla gururlanırım şüphesiz ancak izlenen bir diziye başlayıp sevilince seyirci sayınızda birdenbire bir artış oluyor. Bu durum sevindirici olduğu kadar da yanıltıcı. Maalesef diziyle gelen seyirci, biten o diziyle gidiyor yani oradaki seyircinin tiyatroya gelme alışkanlığı zayıf oluyor. Tiyatronun kemik seyircisi arasında değiller, gelirlerse tesadüfen gelirler. Geçmişte TRT’nin siyah beyaz yayın yaptığı 1968’den bu yana birçok dizide ve programda rol aldım. Oynadığım karakterler hep sevildi, oynadığım rollerin isimleri ile anıldım. Şimdi de Gönül Dağı adlı TRT dizisindeki Dişçi Musa karakteri ile anılıyor ve sevgi görüyorum. Musa karakteri diş hekimliği okuduğu halde üniversiteden diplomayı alınca doğru köyüne gelip, büyük paralar kazanma tekliflerini bir yana koyup yalnızca köylüsüne hizmet verme çabasında olan, karısını yangında kaybetmiş dürüst bir adam. Bu adam üzerinden erken demans ya da alzheimer gibi hastalıklara yakalananlara ve ailelerine göndermeleri olan bir rol dişçi Musa.

-Sanata adanmış bir yaşam, yüzlerce karakter… Sizin oyunculuğunuzla can bulmuş yaşam oyununda hayattaki rolünüz nedir?

-Tabi benim mesleğimin dışında gerçek yaşamdaki rolümün ne olduğunu merak edip sormuş sayın Çoruk, hemen söyleyeyim. Benim gerçek bir rolüm var tabi. Ben bir kız babasıyım, bir de biyolojik babası olmasam da oğlum var. Tüm babalar gibi ben de evlatlarımın her şeyiyle meşgulüm. Onların her türlü gelişmesi, geleceğe ait kaygılarının üstesinden gelebilecek gücü olması, fizik ve ruh sağlığının yerinde olması Beni tüm normal ebeveynler gibi mutlu eder. Hayattaki rolüm babalık. Bir de sokaktaki canlar için çok hassasım. Onlar için elimden geleni yapmaya çalışırım, o canlardan ailecek çok sahiplendik sokaklardan, tabi çok da yitirdik, maalesef ömürleri bize göre kısa. Toplumun bu küçük dostlara olan duyarlılığını, sevgi ve şevketini artırmak amacıyla bir de şiir yazıp seslendirdim. Size onu da vereyim belki paylaşırsınız.

-Büyük bir keyif ve hüzünle dinledim değerli ustanın gönderdiği şiirleri. Keşke mümkün olsa da şiirleri ve kelimelere sayfalara sığmayan birikimleri, yaşanmışlıkları yazabilsek. Bazı insanlar sayfalara sığmıyor, sığdırılamıyor maalesef. Birkaç hayat yaşasa anca kendini ifade edebilecek kadar derin donanımlı derya deniz sanatla donanmış yaşam… Sanatla donanmış yaşamınızda sizi en çok ne tanımlar? Bizim için sanatta tamlığa örneksiniz, sizin için Nuri Özaşan denildiğinde akla ne gelmeli?

-Beni en çok tanımlayan şeyin ne olduğunu soruyorsunuz. Söyleyeyim korku. Korkağım, belki bir çoğunuz gibi korkuyorum. Çoluk çocuğumun sağlığı ile ilgili korkular duyuyorum, korkuyorum çünkü GDO’lu gıdalar, hormonlu meyveler ve sebzeler, raf ömrü uzatılmak amacıyla ürünlerin içine katılan insan sağlığına zararlı maddeler, yine hormonlu yiyeceklerle büyütülmüş kesim hayvanlarının etleri, bunlar endişelendiriyor korkutuyor beni. Korkuyorum çünkü geleceğimizi inşa edecek çocuklarımızın evrensel bilgiden uzaklaşarak eğitim almaları korkutuyor. Okulda, ailede, mahallede baskıyla taassupla yetişen genç kızlarımız korkutuyor. Adaletin tüm kurumlarıyla ve tüm yaptırımlarıyla, halkın, insanın yanında olmaması, adalet terazisinin bozulması korkutuyor beni. Eğitim, sağlık ve bir sürü konuda ülkemin iyi yönetilememesi beni korkutur. Ülkemin diğer ülkelerden geri kalmasından korkuyorum. Kendimi bildim bileli muhtelif korkularla yaşadım bu yaşlara geldim. Aile, öğretmen, müdür, amir, polis, zabıta, subay korku adına ne ararsan var içimde. Çünkü biz baskıyla büyüdük. Tartışmasız en fena korkumsa; büyük devrimci Atatürk’ün bize resmen hediye ettiği her türlü kazanımı kaybetmek… Bu perspektiften bakınca beni ve benim gibileri tanımlayan şeyin korku olduğunu düşünüyorum.

-Ankara Sanat Tiyatrosu ve Dormen Tiyatrosu’nda çalıştınız. Athol Fugart’ın ‘Ada’ oyunuyla 1989 yılında Türk Sanat Kurumu’nun En İyi Erkek Sanatçı Ödülünü aldınız. Ödül almak sizin için ne ifade ediyor?

-Pek çok ödül aldım. Son ödülüm Nevra Serezli ile başrollerini paylaştığımız ‘Ağaçlar Ayakta Ölür’ oyunuyla aldığım yeni tiyatro gazetesinin verdiği ödül oldu. Ödüller iyidir, törenle sahiplerine verilen o küçük heykelcikler ya da plaketler sanatçının moral dünyasını iyi etkiler. Sanatçı yaptığı işin iz düşümünü görmüş olur ve daha önemlisi ödül alınca sanatına olan sorumluluğu, duyarlılığı artar. Bu anlayıştaki sanatçılarla tiyatronun gelişimi artar. Türk Sanat Kurumu tiyatro ödülleri dağıtan ilk kurumdur. Daha sonra Afife Jale, Sadri Alışık, Selim Naşit gibi isme dayalı ödüller ve dergi, gazete, üniversitelerin verdiği ödüller ihdas edildi. Ben ayrıca 5 sene Afife Jale jüri üyeliği yaptım. (Bizim zamanınızda jüri 5 yıl görev yapardı şimdi bunu 3 yıla indirmişler) Ödül verme işi çok da enflasyonu yaratılmadan devam etmeli, herkes gibi bir sanatçı için de onore edilmek güzel bir duygudur.

-Türk tiyatrosunun duayenlerindensiniz. ‘Atları da Vururlar, Cahide Sonku, Hisseli Harikalar Kumpanyası, Dün Gece Yolda Giderken Komik Bir şey Oldu’ oynadığınız müzikallerden. Müzikal ile tiyatro oyunu arasındaki fark nedir? Ayrıca sahnede size en çok heyecan ve keyif veren hangisi?

-Tabi işim gereği müzikallerde de rol aldım. Müzikaller sanatçıların hep bulunmak istedikleri müzikli oyunlardır. Müzik dediysem bestelenmiş, sözleri oyuna hizmet eden, karakterlerin duygu ve düşüncelerini şarkıyla anlatmaya çalışan oyunlardır. İçinde büyük olasılıkla koreografi isteyen danslarda olabilir. Tabi her tiyatro oyuncusunda kulak gelişmiştir, sesin rengi iyi olmasa da oyuncunun kulağı gelişmiştir. Zaten oyunculuk için iyi bir kulak, tok bir ses şarttır. Müzikaller elbette çok keyiflidir ancak tiyatro oyunuyla da bazı farklılıkları vardır. Yazarın oyunu seyirciye geçirmesi ve ne vermek istediğini anlatması açısından farklıdır. Tiyatro oyunların da karakter analizi ister istemez daha derin yapılabilir çünkü sahne birçok enstrümanla dolu değildir. Konular, ilişkiler, karakterler oyunun yanı sıra şarkılarla da anlatılır. Müzikalde izleyici bir durumdan diğer duygu durumuna taşır, bu izlem olarak çok görkemli olabilir. Ama tiyatronun o yalın hali, kişiyi içine çeken sessizliği, duygu ve düşüncelerin anlatımında çok daha etkili olabilir. Zaten müzikallerin nerdeyse tamamı eğlenceli ve yumuşak konuları içerir, tabi bunlar ban ait görüşler. Farklı değerlendirilebilecek, subjektif bir konudur ikisinin karşılaştırılması. Fakat bana müzikal de tiyatro da çok keyif vermiştir. Hakan Altıner rejisiyle; Cahide müzikalinde Nükhet Duru, Mehmet Birkiye, Mehmet Ulayla, Şakir Gürzümar rejisiyle; Okan Bayülgen, Nejat İşler ve Fikret Kuşkanla, Haldun Dormen rejisiyle; Haldun Dormen, Halit Ergenç Yosi Mizrahi, yine Haldun Dormen rejisinde; Erol Evgin, Ayşen Gruda, Ruhsar Öcal, Kartal Kaan, Ezgi Mola ve Umut Kurt ile çalıştım. Yine Haldun Dormen rejisiyle ‘Dün Gece Yolda Giderken Çok Kötü Bir şey Oldu’ müzikaliyle bir çok değerli arkadaşımla aynı sahneyi paylaşmak ve birlikte şarkı söylemek bana çok keyif verdi.

-Mesleki kariyeriniz boyunca sizi en çok etkileyen ve unutamadığınız bir oyununuz var mı?

-Bugüne kadar 6 ayrı müzikalde rol almışım. Bütün oyunları müzikaller dahil çok sevdim. Ama benim için en gurur verici en zevk aldığım oyun tabi ki ‘Adam Adam’ adlı oyunum. Bu oyunu tam 8 ülkede ve toplam 84 Avrupa kentinde oynadım hâlâ da oynamaya devam ediyorum. İlk başladığımdan bu yana 20 yıl olmuş. Herhalde Türkiye genelinde en uzun oynayan oyunlardan biridir. 2024 Mayıs ayında Kuzey Fransa ve Almanya’ya 1 haftalık bir turne yine var. ‘Adam Adam’ politik bir oyun 12 Eylül rejimine ve o kafaya bir isyan oyunudur. Bu oyun diğerlerinden benim için çok farklıdır.

Aşağı yukarı 5 sezondur ‘Ağaçlar Ayakta Ölür’ adlı oyunu oynuyoruz.

7 Kasım Salı saat: 20:30 Tekirdağ Yahya Kemal Beyatlı Kültür Merkezi

8 Kasım Çarşamba saat: 20:30 Çorlu Halk Eğitim Merkezi

11 Kasım Cumartesi saat: 20:30 Avcılar Barış Manço Kültür Merkezi

12 Kasım Pazar saat: 17:00:20:30 İzmir Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu

26 Kasım Pazar saat: 15:00 ve 19:00 Trump Kültür Merkezi

19 Aralık Salı saat: 20:00 Ankara Yeni Mahalle Nazım Hikmet Sahnesi

20 Aralık Çarşamba saat: 20:30 Konya Selçuklu Kültür Merkezi

-Aynı zamanda oyun yazarlığı yapıyorsunuz üç oyununuzun kitabı basıldı. Oyunlarınızı yazarken, bir anda mı ortaya çıkıyor eserleriniz, yoksa zamana yayılan deneyim, gözlem, yaşanmışlık sonucunda mı? Kitaplarınız hakkında bizleri bilgilendirebilir misiniz?

-Yazdığım üç yetişkin, beş tane çocuk oyunu var.  Yazmayı planladığım oyunlarım ve üzerinde hâlâ uğraştığım bir müzikal var. Oyunlarım sırasıyla; Adam Adam, Belden Aşağı Tesellisi ve Yirmi Bir. Bütün oyunlarım politiktir; halkın yanında, ezilmişin yanında taraftır. Çocuk oyunlarım ise doğa ve canlı sevgisini konu edinir. Bunlardan Ağaçların Dansı adlı oyunum Çevre Bakanlığı tarafından Çevre Berat’ı ile ödüllendirilmiştir. Ben duyarlı olduğum konularda; haksızlık, adaletsizlik, yanlışlık hissettiğimde itiraz etme ihtiyacı duyarım. Galiba benim bu hâlim de oyunlarıma yansıyor.

-Başarı sizde kendini bulmuş tabiri caizse. Seslendirme sanatçısı olarak ülkemizde ve dünyada ünlü birçok filmi seslendirdiniz. Belgeseller, diziler, çizgi-filmler, reklam filmleri ve radyo tiyatroları yaptınız. Bir sanat insanı olarak hobi gibi mesleğiniz var. Nereye baksak siz varsınız. Çalışırken bile çok keyif aldığınızı ve bu anlamda çok şanslı olduğunuzu düşünüyorum. Sanat insanı Nuri Gökaşan’ın hobi anlayışı nedir, ne yapar hobi olarak?

-Şiir yazmak benim gerçek bir hobim. Yazdığım şiirler anlaşılsın, sevilsin ve işe yarasın isterim. Hatta gençlere tavsiyelerim olan bir şiirimi de tüm gençler için paylaşayım.

-Son olarak bu sektöre yönelmek isteyen gençlerimize ve aday olan herkese tavsiyeleriniz nelerdir?

– Meslektaşlarıma ya da aday olanlara ise birkaç şey söyleyebilirim.

✔️Hedeflerini büyük tutsunlar ancak gerçekleştirebilmenin yolunu baştan görmeliler.

✔️Dil yoksa mutlaka öğrensinler ve mesleki literatüre bir dalsınlar.

✔️Özgüveni yüksek tutsunlar bunun için spor iyidir.

✔️Ustaları dinlesinler ama en iyi ustanın seyirci olduğunu bilsinler. Kendilerini geliştirecek olanın seyirci olduğunu idrak etsinler.

✔️Mesleğini diğer mesleklerin üstünde görmesinler. Bu onları kibire götürür çok itici olur, seyirci kaybederler.

✔️Vatanımızın insanımızın derdiyle dertlensinler.

✔️Sanatın özgürlük olmayan ortamda yapılamayacağını akıllarının bir kenarına yazsınlar.

✔️Bize bu özgürlükleri kazandıran Atatürk’e de sahip çıksınlar…

Nuri Gökaşan kendini sanata adamış duayen bir usta. Sanat; emekliliği olmayan, yaşla ilgisi olmayan bir yaşam biçimi. Bu anlamda çok şanslı olduklarını düşünüyorum. Çocuklukları, gençlikleri ayrı değer, orta yaş durumu ayrı değer, yaş almışlıkları ayrı bir değer. Nuri Gökaşan sanatta tamlığı ile usta kolay olunmuyor kısmını gösteriyor bize. Hiçbir başarı tesadüf değildir.

Sevgiyle, hoşça ve güzelliklerle kalın…

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.