KÜLTÜREL MİRAS VE VANDALİZM
Emekli olduktan sonra Kültürel Miras ve Turizm okumaya karar veren bir kişi, antik şehirlerdeki tahribatları ve tarihi eserlere yapılan zararları anlatıyor. Tarihi eserlerin korunmasının önemine dikkat çekerken, bu değerlerin sadece geçmişin değil, aynı zamanda geleceğin de bir parçası olduğunu vurguluyor. Bu yazı, kültürel mirası korumanın hem millî bir sorumluluk hem de ekonomik bir fırsat olduğunu anlatıyor.
Emekli olduktan sonra zihnimi zinde ve aktif tutmak için Açık Öğretim okumaya karar verdim. Bölüm olarak da Kültürel Miras ve Turizm’i seçtim. Bu bölümü seçmemin nedeni tarihi eserlere ve antik şehirlere olan merakımdı.
İlimizde iki tane büyük antik şehir var. Laodikya ve Hierapolis. Bunları birkaç kez gezdim. Başka illerdekileri de geziyorum fırsat buldukça. Efes, Bergama, Afrodisias, Aspendos, Kars’taki Ani Harabeleri, Truva ilk aklıma gelenler.
Ne yazık ki hepsinde aynı izleri, aynı kasıtlı tahribatı görüyorum. Kapadokya’daki mağara kiliselerinde de gördüğüm manzara aynıydı. Dini gerekçelerle fresklerin gözleri oyulmuş, hatta üzerlerine insan pisliği yapıştırılmıştı. Tamamen cehaletten ve radikallikten kaynaklanan bu davranış beni çok üzüyor.
Bir de köylülerin bu antik şehirlerdeki sütun parçalarını, duvar taşlarını alıp evlerine, tarlalara taşımaları var, bilinçli ya da bilinçsiz. Kimi sadece bir taş parçası gözüyle bakıyor, değerini bilmediği için; ya da biliyor ama kasten yapıyor. Zarar vermek hoşuna gidiyor.
Mesela Van’da bir köylü antik şehirde bulduğu çok değerli bir kapıyı söküp ahırına takıyor. Durum fark edilince müze yetkilileri kapıyı almak istiyor, ama adam direniyor. Sonuçta bir inek karşılığında veriyor kapıyı ve kapı müzede yerini alıyor. Bir ineğe verdiği kapının değerinin farkında bile değil. Olsa zaten ahır kapısı yapmaz.
Bunun dışında sadece zevk için tarihi eserlere zarar veren, çizen, kıran, parçalayan Vandallar var. Parçaları çalıp götüren, satan ya da koleksiyonunu yapan hırsızlar var. Kral mezarlarını açıp hazine arayanlar var. Aslında bu mezarlar çoktan soyulmuş hazine avcıları tarafından.
Abdülhamit döneminde başlamış tarihi eserlerin yurtdışına kaçırılması. Kaçırmak değil aslında. Resmen izin istenmiş ve “Taş değil mi bunlar, götürsünler “cevabı alınmış. Bunun üzerine Bergama’daki koskoca Zeus Sunağı parça parça Berlin Müzesi’ne götürülmüş. Bizler de kendi memleketimizin değerini başka bir ülkede para ödeyerek görebiliyoruz.
Bu Abdülhamit zihniyeti ne yazık ki halkımızın büyük çoğunluğunda devam ediyor. Oysa topraklarımız içindeki antik şehirler, tarihi eserler, camiler, kiliseler, mimari harikalar hepsi birer kültürel mirastır. Millî değerdir ve turist, döviz kapısıdır. Ben çocukken “Turist döviz, döviz refah getirir” diye bir slogan vardı. Ne kadar güzel değil mi?
Ayrıca bir prestij aracıdır bu eserler. Prestij yeni yapmak ya da yıkıp yeniden yapmakla değil, eskiye ait değerli yapıları korumakla kazanılır.
Bakın Avrupa şehirlerine, hepsi eski şehirlerine milyonlarca turist alıyor. Merak ediliyor, geziliyor çünkü aynen korunmuş. Binalar olduğu gibi duruyor, sapasağlam ayakta, bakımlı.
Bu yazıya başlamadan önce merak ettim, dünyanın en çok turist alan şehirlerine baktım. İlk 30 da sadece İstanbul var. On birinci sıraya yerleşerek Viyana ve Prag’ın önüne geçmiş. Bunun da sebebi sahip olduğu kültürel mirastan çok Boğaz ve Haliç manzarası ve bir de Ayasofya. Tabii ki hepimiz için sevindirici ama neden bir Antalya, bir Aydın, bir İzmir, Muğla ya da Kars da olmasın bu listede.
Bizim hem ilgi, bakım, koruma eksiğimiz var, hem de tanıtım eksiğimiz. Ne var ki kimi şehirler rahatsız olacaklarını düşündükleri için hiç tanıtım yapmıyorlar ve sahip oldukları eski eserleri, ören yerlerini korumuyorlar.
Ama hepsinden acı olan kasıtlı olarak zarar verilmesi, bunun sırf zevk için yapılması. O eserler bu güne kadar ayakta kalmış ya da kazıyla çıkarılmış, bin bir emek ve yıllar süren çalışmalar soncunda hem de. Siz hiç arkeolojik kazının nasıl yapıldığını gördünüz mü? Minicik aletlerle, diş aletine benzer araçlarla yapıyorlar kazıyı; eser zarar görmesin diye. Böyle bin bir emekle bir sütun başı çıkarılıyor; üzerinde mükemmel oyulmuş figürler olan ve vandalın biri gelip üzerine adını kazıyor ya da saçma sapan bir şey yazıyor. Neden mutluluk veriyor bunu yapmak, zarar vermek neden zevk verir bir insana hiç anlamıyorum. Bu davranışın bence evinize gelip bir eşyanıza zarar vermesinden hiç farkı yok. Evimiz bize aitse o eserler, o şehirler de hepimize ait; evimizi nasıl koruyorsak onları da öyle korumak boynumuzun borcu. Madem bu topraklarda dünyaya geldik, onun bize verdiği değerlere de sahip çıkmalı, korumalıyız.
Selam ve sevgiyle