GEÇTİ DOST KERVANI EYLEME BENİ
Çok nimetin yedim helalleşelim, geçti dost kervanı eyleme beni eyleme beni…
Helalleşmek diye bir kavram kaldı mı artık, bunu önemseyen buna dikkat eden var mı ki?
Bir cümle okursunuz bir yerde ve oturduğunuz yerde kalır, öylece dalıp gidersiniz. Koca bir kitap değerinde bir cümleye sığdırılan bilgelik, olgunluk, olmuşluk tamlık… İnsan hayatı o kadar tuhaf ki. Doğduğumuz andan beri kimler giriyor, kimler çıkıyor hayatımıza. Adım atanlar zamanımızı alanlar da var tabi. Bazıları iyi olarak iz bırakıyor zihin belleğimizde bizim algımıza göre, bazıları ise kötü. İyi ya da kötü varmış gibi… Bir insan tanıyorsunuz, yeni biri giriyor hayatınıza iyi ya da kötü her anlamda katkı oluyor bize. Bazen bir güzellik ya da güzellikler yaparak katkı oluyor biz farkında olmadan, bazen de kötülük yaparak. Neticede herkes katkı oluyor. Olgunlaşmamıza, büyümemize oluşumumuza… İnsan olmak çok uzun bir yolculuk. Çeşitli dönemeçleri, kavşakları, yolları var. Bu yol zorluyor bizi bazen, kan ter içinde kalıp yoruluyoruz. Olaylar ve insanlar sabrımızı zorluyor, sanki bu dünyada tek sen varmışsın gibi. Evet, aslında tek biz varız varoluşta, belki de bunun farkına varmamız için zorluyor bizi hayat ve insanlar. Yanımızdan geçen bir insan bile tesadüf değil iken.
‘Çok nimetin yedim helalleşelim geçti dost kervanı eyleme beni’ sözünü okumam ve bu duyguları bana hissettirip bu yazıyı yazmam gibi… Bu da bir tesadüf değildi her şeyde olduğu gibi… Bu dünyada hepimiz kiracıyız ya aslında devre mülk kiraladık sanki. Bedenimiz bile bize ait değilken hani. Herkesin ve her şeyin sahibi sanıyoruz ya kendimizi insanoğlunun en büyük yanılgısı bu belki de. Doğuyoruz. Anne karnından gerçek sandığımız sanal dünyaya yabancı olduğumuz bir illüzyona giriveriyoruz. Bebeklik kiralıyoruz bir dönem, çocukluk, gençlik. Yaşlılık ve hüzünlü veda… Tanımadığımız bir ortama giriyoruz hani, herkes ve her şey yabancı, sanki bu dünyadan değilmişsin ve buraya ait değilmişsin gibi uyum sağlayamıyorsun bu olmamışlığa. Ne sen dünyayı değiştirebiliyorsun ne de dünya seni, böyle bir karmaşa içinde düşe kalka öğreniyoruz yaşamayı. İşte tüm sendeleyişlerimiz de yaşama olan yabancılıktan sanki, yaşamayı öğreniyoruz her şeye ve herkese rağmen. Şöyle durdum ve kendi hayatıma baktım. Kimler girdi hayatıma kimler geçti diye… Geçmişe bıraktığım kırık ve kırgın kalbim, bazen de mutluluk ve huzur yüklü sevgi pıtırcığı bir kalp. Ama hepsinin de benim için olduğu aşikâr… Kendi yolumu ve benliğimi bulmak için. Büyüdüm ben işte, büyüdük çocuk yüreğimle olgunlaştık farkındalığımız arttı. Daha önceleri çocuk kalbinle tanıdığın herkesin gökten zembille inmiş melekler olduğunu düşünürsün, belki de öz de olduğun çocuk gözüyle baktığın içindi bu, öyle görmek istediğin için. Kendi bakışınla gördüğün bir dünyada. Herkesi alırdım hayatıma onda gördüğüm güzel bir yön buna yeterdi bir sebep bulurdum sevmek için… Dedim ya artık büyüdüm ben büyüdük, büyütüyorlar insanı, yaşam denilen bu zorlu yolun keskin kavşaklarında hepimizi…
Kendi yaranı yine kendinle sarıp içinde yumuşatmaya çalışıyorsun yaşam denilen bu illüzyonda. Yine tanıdık bir el uzanıyor sana kendimden kendime bir el. Artık herkesi alamıyorsun hayatına o herkesi melek sanan küçük kız büyüdü hiç istemeden. Bakıyorsun önce üzülür müsün yine, yine hiç ummadığın yerden gelir mi yaşam sınavı, yine çocukluğuna dokunur mu çocukluğundan çocuk ruhundan bir parça da o koparır mı diye. Dedim ya bırakmıyorlar seni sana… Pollyanna ruhunun hüzünlü gidişi gibi bir şeyler işte içinde yok olup giden. Eksilmeden kendin kalabilmek mucize gibi bir şey sanki, eline bir keser alanın seni yontmaya çalışması, inatla kendin olmak, asil, naif ve dik duruşun kendimize kalmanın bedeli belki de. Yolumuz ve yönümüz hep sevgiden yana kalsın diye ördüğümüz duvarlar… her bir tuğlasını kendi elleriyle vermemiş gibi, hayat böyle işte. Artık mesafe koyuyor insan kendine zaman tanıyor birilerini hayatına alırken, benim kalbim, hayatım, vaktim sahip olduklarım kıymetlidir. Sen o kıymete yakın olmayı hak ediyor musun? Hayatıma girdiğine değecek mi diye düşünüyorsun artık ve kendince muhakeme edip içindeki engelle tuşuna basıyorsun.
‘Geçti dost kervanı eğleme beni.’ Hani dedim ya, bir cümle okursun koca bir kitap saklar içinde. Bir cümle ile koca bir ders alırsın katkı sağlar sana. Yine tanımaktan, yaşam yolumda rastlaşmaktan mutlu olduğum usta hocam Mustafa Gökçek, yazmış olduğum bir öyküyü gazete köşesinde yorumlarken, koca bir kitap içeriği taşıyan şöyle bir cümle yazmış: ‘’Ne kadar istesek de özlesek de hiçbir zaman yalnız kendimizin olamıyoruz. Hep başkalarınınız, hep başkalarıyla beraberiz. Her insan biraz da çevresindekilerin malıdır. Çevremizdekilerin iyiliği kötülüğü bizi de etkiler.’’ Bu yazıma her şeyi açıklayan dipnot olmuş sanki. Ne kadar istesek de bizi bize bırakmıyorlar. Hepimiz görünmeyen bir kordon bağıyla bağlıyız sanki birbirimize. Bu yaşam senaryosundaki rol arkadaşlarımız, hepimizin bir görevi ve rolü var birbirimizin yaşamında. Yolumuz iyilere ve iyiliklere çıksın deriz ya hep iyilerle karşılaştırsın diye. Çünkü bizim kader planımızla oynuyor etrafımızdaki insanlar. Sanki bir kalem almışlar ellerine bizim hayat hikayemizi yazma çabasındalar, yaşamımızdan rol çalıyorlar. İşte bu yüzden iyilerle karşılaşmak çok önemli sen zemzemle de yıkanmış olsan karşındakinin iyiliği, algısı kadarsın. Kişi kendinden bilir işi. Kendi penceresinden baktığı, kendi dünyasından gördüğü kadar. İyilik ve kötülük kişinin kendi algısına göre oysa. Herkes kendi seçimini yaşıyor, kendi görevini var oluşunu yansıtıyor. Yani testinde ne varsa dışarıya o sızıyor. Herkes kendinde var olanı yaşıyor ve yaşatıyor. Fıtratı dışında bir şey beklemek olağan dışı olur. Diyor ya hani helalleşelim, insanlar kadir kıymet bilmiyor diye kendi fıtratımızdan mı vazgeçelim? Yine iyilik ve güzellik kazansın, biz yine helalleşelim tabi tüm var oluşla ve yaradılışla testimizdeki iyi niyet, hoşgörü ve güzellikleri yansıtalım iç dünyamıza ve dış dünyamıza…
Sevgiyle, hoşça ve güzelliklerle kalın…